Allah’ın affetmeyeceği hiç kimse ve hiçbir günah yoktur. Sözgelimi kul, içtenlikle yaptıklarına pişmanlık duyar, tövbe eder, iman eder ve kalan ömründe salih ameller yapmaya devam ederse Allah, bundan dolayı çok sevinir ve o kulu kesinlikle affeder, hatta “Seyyiatını bile hasenata çevirir!” Öyle ki, değerli bir varlığını kaybedip de geceyi derin bir üzüntü ve keder ile geçiren bir kimsenin, sabah kalktığında kaybettiği şeyi yanıbaşında görüp de büyük bir sevinç yaşayan kimseden daha fazla… Ancak zâlimler ve kâfirler Allah’tan ümidini keserler! Fakat ölürken yapılan tövbe, tövbe değildir. “Ölüm gelip çatıncaya kadar kötülükleri işleyip de can verme anında: ‘Ben şu anda tövbe ettim’ diyen günahkârlar ile küffar olarak ölenlerin tövbeleri tövbe değildir.” Nitekim Mevlânâ hazretleri de bu âyeti tefsir mahiyetinde şöyle dememiş midir: “Ne olursan ol yine de gel. Tövbeni bin defa bozmuş olsan da gel! Zira burası (Allah’ın kapısı) umutsuzluk kapısı değildir.”
Sayfa 81 - Fecr yayınları
Rasûlullah (sav) bir gün sahabe ile oturmuş sohbet ederken, bir ara sustu, sonra başını kaldırdı ve: “Ashabım! Allah’tan çok çok af dileyin, O’ndan çok çok bağışlanmanızı isteyin; zira sizin hiç birinizin yaptıkları sizi cennete götürmez!” dedi. Onun bu uyarısı karşısında adeta şoke olan sahabe, bir süre susup bekledikten sonra, içlerinden birisi: “Peki, ya Rasûlallah! Sizin yaptıklarınız da sizi cennete götürmez mi?” dedi. Rasûlullah: “Evet, eğer Rabb’imin rahmeti ve bağışlaması olmasın, benim yaptıklarım da beni cennete götürmez.” cevabını verdi.
Sayfa 80 - Fecr yayınları
Reklam
Allah’a karşı davranışlarında âlimler üç kısımdır: 1. Allah’ı ve emirlerini bilen ve bildikleriyle amel eden âlimler, 2. Allah’ı bilen, fakat emrini bilmeyen âlimler, 3. Emrini bilen, fakat Allah’ı bilmeyen âlimler. Birinciler, Allah’a karşı haşyet/saygı sahibidirler, hadlerini ve görevlerini bilirler. İkinciler, Allah’tan korkarlar ama hadlerini ve görevlerini bilmezler. Üçüncülerse, hadlerini ve görevlerini bilirler, ama Azîz ve Celîl Allah’tan hiç korkmazlar. Gerçek mü’min haşyetullah sahibidir. Bir anlığına da olsa gaflete düşüp de ayıp, kusur, herhangi bir rezalet ve utanç verici bir hâl yaşamamak için hep teyekkuz halindedir. Çünkü o, Rabb’ini yeterince tanımakta, dünya ve ahiret gerçeklerini çok iyi bilmekte ve Rabb’ine karşı son derece ta’zim hisleriyle dolu bulunmaktadır.
Sayfa 79 - Fecr yayınları
Tefsirlerde nakledildiğine göre, Hz. Mûsâ hayâ duygusu yüksek olan bir insandı. Bu yüzden o, kavminin bazı erkeklerinin yaptıkları gibi, insanların yanında soyunup yıkanmaz; onların aksine, daima hiç kimsenin olmadığı yerde, tek başına yıkanırdı. Kavminin düşünmeden, ölçüsüzce konuşan bir kısım boşboğazlarına göre, Mûsâ cinsel organları yönünden kusurlu olarak yaratılmıştı; o nedenle kimsenin kendisini görmesini istemiyor ve insanlardan uzakta yalnız başına yıkanıyordu. Yine bir gün, Hz. Mûsâ insanlardan uzakta, kimsenin görmeyeceği bir yerde yıkanırken çıkardığı çamaşırlarını üzerine koyduğu taş, hikmet-i İlahî, aniden yuvarlanarak çamaşırlarını kaçırmaya başladı. Taş kaçıyor, Mûsâ da çamaşırlarını almak için taşın peşinden koşuyordu. İşte o esnada hakkında dedikodu yapanlar, ancak onu görünce kusuru olmadığını anladılar.Allah Teâlâ, cahilce ve haksız yere kavmi tarafından sevgili kulu Mûsâ’ya eziyet edildiği zaman, onu bu sıkıntıdan kurtardığı gibi, Habibi, Edibi Hz. Muhammed’e de buna benzer bir biçimde eziyet etmek isteyen Müslümanları şöyle uyardı: “Ey iman edenler! Siz de Mûsâ’ya eziyet edenler gibi olmayın! Nitekim Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı. Çünkü o, Allah’ın yanında itibarlı bir kul idi."
Sayfa 77 - Fecr yayınları
Utanma duygusu, insanî bir duygudur. Eğitimcilerin tespitine göre, çocukta ilk gelişip ortaya çıkan utanma duygusudur. İmam Gazali demiştir ki: “Çocukta temyiz melekesinin ilk alâmetlerinden biri hayâ duygusunun belirmesidir.” Gerçekten de iki, üç yaşlarını geçtikten sonra çocuk, avret mahallini başkalarına karşı saklamaya; “Aç da bakayım” denilse bile, örtmeye ve göstermemeye çalışır. Âdem ile Havva da yasak meyveden yedikleri zaman, ayıp yerlerinin farkına varmış ve hemen oraları kapatma çabası içerisine girmişlerdi.
Sayfa 76 - Fecr yayınları
Kimsenin görmediği yerde napıyorsan işte sen osun.
Allah, kendisinden utanmaya daha layık olduğu halde bazı kimseler, insanlardan hayâ ederler; bu yüzden utanma hissini harekete geçiren yüz kızartıcı işlerini, insanlardan uzakta ve hiç kimsenin(!) göremeyeceği ve muttali olamayacağını sandıkları yerlerde ve gizlice yaparlar(!). Oysa Allah bilincine sahip olan ve O’na karşı gelmekten titizlikle sakınan gerçek mü’minler, hiç kimsenin; özellikle Allah’ın olmayacağı, O’nun göremeyeceği ve bilemeyeceği hiç bir yerin ve işin bulunmadığını; aksine, Allah’ın daima kendileriyle birlikte olduğunu çok iyi bilirler. Onlara göre mülk Allah’ındır; hiç bir şey mülkünde hükümran olan Allah’tan gizli olamaz. Nitekim şu âyetler bu durumu açıkça söylemektedirler: “O, kullarının üstünde kahredici bir güce sahiptir. O (mülkünde) egemendir ve her şeyden haberdardır.” “O gürülmeyeni de görüleni de bilir.” “Kuşkusuz, Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır;” “İster yerde olsun ister gökte; zerre, yani toz/atom ağırlığınca da olsa hiç bir şey senin Rabb’inin gözünden kaçmaz;” Muhakkak ki senin Rabb’in, (insanları ve her şeyi) sürekli gözetlemektedir...” Lokman (as) oğluna nasihat ederken, ona bu konuda şu hikmetli öğüdü vermişti: “Yavrucuğum! Yaptığın iş bir tek hardal tanesi ağırlığınca da olsa, bir kayanın koğuğunda veya göklerde ya da yerin derinliklerinde de bulunsa; hiç şüphen olmasın ki, Allah onu getirip karşına koyar. Çünkü Allah her şeye nüfuz eder, her şeyden haberdardır!”
Sayfa 74 - Fecr yayınları
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.