● İnsan, ruhla cesetten mürekkep bir yapıya sahiptir. Bu yapıdaki her iki unsur, insanı kendi yörüngesi etrafında döndürmeye çalışmaktadır. Bu ikisinden biri olan madde, şehevî ve behîmi arzulardır. Yani insanın ceset itibarıyla sahip olduğu, Kur'ân'ın da bize şu cümlelerle tanıttığı yönüdür:
"Andolsun ki biz insanı kuru bir
bir şarkıyı en orta yerinden. hatta bir şarkının en orta yerinden. birbirimize yırtık yırtık bakmayı özlediğimi fark edince kulaklarım çınlamaya başladı ya da kulaklarım çınladıkça ben seni çok. öyle, dik dik bakma derdin sen bazı zamanlar ve ben gözlerimi senin orta yerine diktiğimi saklamak için ne yapacağımı bilemeden. çocukluğuma döndüğümden
Öyle ki bir akşam akşama bakarken akşamın içinde kendini gördü. Gördüğü öyle büyük bir inkisardı ki bu yenilgiyi ne vücudu ne kalbi tutamadı, yenilgiye resmine baka baka yuvarlandı. Çok kısa soluklarla nefes alıyor, "Ne sandım, ne sandım, bu ne büyük bir yenilgi, nasıl bir harabat," diyor, alacak soluk, içine çekecek bir zerre havayı büyük uğraşlarla zor buluyordu. "Yaa Aziz," dedi. Derken yine ağladı. "Yaa Aziz öyle değilmiş, yüzüme bakılır sandın, değilmiş. Çok seven az da olsa sevilir dedin, değilmiş. Son nefes müthiş yenilgi, çıt yok, bak çıt yok. Ben artık ne yapayım, emekli mi olayım, kıyamet emeklisi. Yaa Aziz sen kıyamet emeklisi. Ben Aziz kıyamet emeklisi. Ben şimdi ne yapayım? Nerede o nafile denilenlerle bir kez duyduğum taptaze gül kokusu, hiç ummadığım zaman hemen yanı başımdaydı. Nerde içimde en güzel düşünceye hıçkırıkla cevap veren nazenin? İçimin ürpertisi, soluğun katlanışı nerde?"
Nazar Bekiroğlu'nun İsimle Ateş Arasında kitabı tarihi roman şeklinde tanımlanabilir..
Kalemine âşina bir okur olarak söylemeliyim ki yazar bu romanında adeta kelimeleri kalemle dans ettirmiş.
Roman baştan sona kadar edebi dilin ve ağdalı ifadelerin örneği ile dolu...
Edebi dilin akışını ağır bulanlar kitabı sıkıcı bulabilir..Ki ben edebi
Geliyorum ölümün karanlık diyarından.
Geliyorum akşamın aydınlığına.
Sessizce seyrediyorum: zümrütten bir duvağın
gelip nasıl sardığını diyarı.
Ve otların kokusunu taşıyor rüzgâr
ve kuş şakımaları da var,
— göğsümün derinliklerinde
bir kalp ölüme feryat ediyor.
Ah! Bu ne güzel bir diyar!
Ve hep böyle kalacak.
Ancak şimdi beni yaralar bir düşünce,
güzellik onu rahat bırakmayacak.
Bu sıcak ve nemli toprak,
bu bitimsiz aydınlık,
yine de ilgilenmez, aldırmaz
birinin kalbi kırılır diye.
Bir sonu gelmeyen rüyaya dalar
Akşam, odalarda fersiz aynalar.
Durgun sularında hepsinin yer yer
Eski bir hatıra sanki genişler,
Maziden yâdigâr kalan bir hisle.
Serpilen yağmurla, örtülen sisle
Birden kapanıp da akşamın ufku,
Gererken asabı hasta bir uyku
Bir hayal ufkudur kalplerimize,
Aynalar ki sessiz anlatır bize
Maziye karışan
Ocağın 8’i. Akşamın ilerleyen saatlerinde teşhis kondu. F.F. gerçek bir bilim insanı gibi hatasını kabul etti. Hipofizin değiştirilmesi gençleşmeye değil, insanlaşmaya ( üç kere altı çizilmiş ) sebep oluyor.
Bizden iyi tanır aynalar bizi...
O vefalı kalbe benzer ki onlar,
Bir küçük vesile maziye yollar.
Mazi, bir akşamın penceresinden
Kalplerde, gözlerde yaş seyredilen
O uzak ve hasret ışıklı fecir,
Ümitsiz ruhuna son tesellidir.
Her bakışta çizer bu kederli su,
Ömrümüzün geniş bir tablosunu.
Bir tablo ki, ne renk, ne çizgisi var;
Fakat her hatıra içinde yaşar...
Ve derinliğinden bizlere güler,
Kalbi kalbimizde çarpan ölüler.
Bir gün
Akşamın ölgün
Duran o nâmütenâhî ziyâ denizlerinde
Gark olan eşcâr
Gark olan ovalar
Oluyorken sükût u hüzne makar,
Geldin âlâm-ı kalbi (kalbin kederlerini) teskîne...
CXXXI
YALAN SEVGİSİ
Sevgili umursamaz, ne vakit görsem seni,
Tavanda yankılanan çalgıların sesinde
Uyumlu, ağır ağır, geçip terk edişini,
O derin bakışının sıkıntısı içinde;