Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Mizaha sözüm yok; ama varsın o tarakta bezim olmayıversin! Aziz Nesin ustayı anımsadım. Bir konuşmasında yanılmıyorsam şöyle demişti: "Vaktiyle düpedüz öykü yazıyor, yazdıklarımı yayıncıya götürüyordum. Yayıncı okudukça kıkır kıkır gülüyordu. Anladım ki ben mizah yazıyormuşum." Mizahçılar söyler durur, Türkiye'de günlük yaşam mizahın önüne geçti diye. Bence atbaşı gidiyor. Olup biteni olduğu gibi yazıyorsun, mizah oluyor.
Sayfa 5 - SunuşKitabı okudu
İçimin içi, içine sığmıyor. Onun içi de öyle. İçimin iç katmanlarına iniyorum, yerkabuğundan magmaya doğru gider gibi. İçimdeki magmaya varamıyacağım. Bir magmam olduğundan da kuşkuluyum. Yalnızca hararetin gitgide arttığını duyumsuyorum. Sonu yok bu yolculuğun. İçim dipsiz kuyu. Herakleitos'a kulak veriyorum: "Kendi kendimi araştırdım." Merak ediyorum: kaç kendisi bulmuş kendinde. Dışımdan bir ses, TV'den geliyor: "Memurlar oturma eylemi yaptılar." Tuhaf şey; oturma ile eylem. Memurun yapacağı eylem de ancak oturarak olur. Memur: "Oturan varlık."
Sayfa 7 - Bostancı, 22. 6.Kitabı okudu
Reklam
Ancak bu karşı duruş, "karşı duruş kültürü"nün beslenmesine yetecek kadardır. Amaç iktidarı alaşağı etmek değil, fakat öyle görünüp, kendi yaşamını sürdürmeyi başarabilmektir. Karşı çıkış yöntemi de yoksama'dır. "Türkiye' de demokrasi yok, bilim yok, felsefe yok, sanat yok... " diyen seslerini her gün duyduğumuz bu "yokluk habercileri", bu arada kendilerini de yoksadıklarından habersiz, görevlerini yerine getirirler. İktidara yaslananların onaylayıcı tutumu daha da komiktir. Onlar, örneğin Yunus Emre'yi filozof sayar, "Marifetname"den "bilimsel gerçekler" çıkarır, çoğucası kavun karpuz festivali, halk oyunları vb'den oluşmuş resmi kültürün bakanlığında danışmanlık yapar. Böylece, biri yardır, biri yoktur diye diye, bu terane Türkiye'de 200 yıldır hiç bıkılmadan çalınır durur.
Sayfa 8 - Bostancı, 25. 6. '95Kitabı okudu
Ama edebiyatımızın hakkını yememeli. Orada yıkmaya değer şeyler az değil. İlkin aklıma Nâzım Hikmet geliyor. Bir yandan korkmuyor da değilim. Türkiye'de Sağcı olmaksızın adamı Nâzım'a karşı laf ettirmezler. Hoş Sağcılar da şimdilerde Nâzım'dan şiirler okumaktalar ya!
Sayfa 10 - Bostancı, 30. 6. '95Kitabı okudu
Suç, toplumsal bir fenomendir, bireysel değil. Ama "suçlu" denilen ve cezalandırılan bir bireydir. Burada toplumsal olan bir şey, bir kişinin üstüne yıkılmıştır. Türkçenin "kader kurbanı" deyimi, bu durumu çok iyi açıklıyor. Burada "kader", "toplum"un mitselleştirilmiş biçiminden başka bir şey değildir. Suç ve cezanın toplumsal olarak görüldüğü "ilkel" topluluklar mı, yoksa toplumsal olanı bireye ödeten biz "uygarlar"mı daha doğru düşünür?
Sayfa 13 - Bostancı, 10. 7. '95Kitabı okudu
Kafandaki dağınıklığı anlatabilmen için bile -eğer psikiyatristin karşısında değilsen-, bozuk değil, düzgün cümleler kullanmalısın. Bozuk cümlelerde dağınıklık dile gelmez.
Sayfa 16 - Bostancı, 12. 7. '95Kitabı okudu
Reklam
Verili dilin söylemlerine karşı çıkmak, onların anlamını tersine çevirerek de olsa, onlara nazire yapılarak olmaz. Söz gelimi, erkek-egemen söyleme gönderme yaparak, o söylem alt edilemez. Çünkü bu sözümona karşı çıkma, karşı çıkılan şeye bağlı olarak, daima onu gündeme getirir. Örneğin feministlerimiz, "Kadınlık bizde kalsın." diyorlar. Ama bu deyim, sözün aslına gönderme yapıyor. Böylece yine erkek-egemen dilin söylemine giriliyor. Ben olsam şöyle derdim; "Erkeklik erkeklerde kalsın." Gerçi burada da aynı gönderme var, ama hiç değilse ilkinde olduğu gibi "erkeklik"le yarışılmıyor. Yarışa girilmiyor. Mızıkçılık yapılıyor; ötekine dil çıkartılıyor. Bu da bir şey! Ama aslolan, öylesi bir deyimi onun dilde erkek-egemen bir öncelemi olmaksızın yaratmaktır. Bir kadınca söylem, bir erkek söylemi ile dalaşmaksızın, yani onu hesaba katmaksızın yapılabilirse ve bu tür söylemler, zaman içinde dilde yaygınlık kazanırsa, ancak o zaman feminizmin başarısından söz edilebilecektir.
Sayfa 16 - Bostancı, 12. 7. '95Kitabı okudu
Bugün doğmuşum. Doğum günümü hep unuturdum. Bizim çocukluğumuzda yaş günü kutlamaları pek yoktu da ondan olacak. Hiç yaş günüm olmadı. Ama günlük tutmaya başlayınca, demek ki günün "mana ve önemini" birden ayrımlamış olacağım. Geriye baktığımda görebildiğim en uzak günden bu güne sanki yüzyıllar geçmiş ve sanki dün gibi. Yolun ardında kalanı uzun, önde olanı kısa göründüğü bir yaştayım. "Çoğu gitti, azı kaldı." diye kendimi avutma ihtiyacını duyduğum zamanlar olmadı değil. Ama yine de şairin dediği gibi "Alıştığımız bir şeydi yaşamak". Ve insan alışkanlıklarını bırakmak istemez kolay kolay; hele de yaş ilerledikçe.
Sayfa 18 - Bostancı, 17. 7. '95Kitabı okudu
Sıcak yaz miskin tekkesidir. Kaç gündür elim kaleme uzanmadı. Bıraksam öyle de kalacak. Deniz kıyısı genç-yaşlı, erkek-kadın vücudu dolu. Yağlanıp, yağlı yanlarını güneşe çevirmedeler. Geri dönünce çevrelerine bronz tenlerini göstermek için, onca eziyet. İnsan bedeni nankör! O kadar bakarsın, bir de bakmışsın elden gitmiş. Bir an gelir, "Benim mi bu çökmüş avurtlar, bu kel kafa, bu romatizmalı bacaklar?" demeye başlarsın. Ama ruh öyle mi! Beden kocadıkça o göverir, tabii bakarsan. Gel de anlat! Millette bir beden telaşı. Ruhuna aldıran yok.
Sayfa 19 - Küçükkuyu, 22. 7. '95Kitabı okudu
Her şey bu telaşı körüklemekte. Tüm yatırımlar bedene. Ekonomi kuralı: arz-talep yasası. Beden için ne çok şey üretiliyor. Adlarını bile saymanın olanağı yok. Bir çoğu da İngilizce. Artık "body" yapıyoruz. İnsan bedensel varlığa indirgenmiş. Ama bu durum iktidarların işine geliyor. Bedensel varlığı gütmek kolay. Eline bir otomobil simidi verdin, bir de ona "Özgürsün arkadaş!" dedin mi, o gaza bastıkça kendini özgür sanır.
Sayfa 19 - Küçükkuyu, 22. 7. '95Kitabı okudu
Reklam
Daha komiği var: reklamın birinde olduğu gibi, kola kutusunu yandan delmek de özgürlük (?!), yeter ki o markayı satın al. Özgürlüğün bu denli ucuzlaması, insanın bedene indirgendiği, Marx'ın deyimiyle bir meta düzeninde yaşıyor oluşumuzdandır. Bu düzende metanın sahibi de onu üreten veya tüketen de meta tarafından belirlenir, biçimlendirilir. Gerçek egemen olan metadır. Belirleme, insanın kendisinin de metalaşmasına dek varır: insanın şeyleşmesi. Bu düzenin yıkılması, kendileri de av olan meta avcılarının oyununa gelmemekle olanak kazanabilir. Ancak iş çetindir. Çünkü ilkin insanın kendisiyle savaşması gerek. En zorlu düşmanımız kendimizdir. Bu savaşın yolu, kendimizi beden varlığı olmaktan kurtarmaktan geçer. Bunun için ruhumuzu beslemeli, usumuzu bileğilemeleyiz. Beden-ruh dengesini bedenimizi besleyip durarak bozarsak, bu savaşta ruhun yenik düşeceği baştan bellidir. Ruhu gıdasız bırakmayalım, hele de bu sıcak yaz günlerinde.
Sayfa 19 - Küçükkuyu, 22. 7. '95Kitabı okudu
Kendim için uygun tanımı sonunda buldum: "yumuşak başlı anarşist." Anarşistin yumuşak başlısı olur mu? Olur, benden anarşist olursa!
Sayfa 23 - Küçükkuyu, 26. 7. '95Kitabı okudu
İnsan en çok kendisiyle ilgilenir. Ama bundan insanın en iyi kendini tanıdığı sonucu çıkmaz. Oysa bu, mantıksal görünüyor. O halde neden öyle değil? Çünkü insanın kendisiyle ilgilenmesi, örneğin botanikçinin bir ağaç yaprağını incelemesi gibi salt bilgisel, nesnel bir ilgi değildir. Bu ilgi daha çoğu bencilliğin ve kendini beğenmenin doyurulmasına yöneliktir. Kimi ne denli güzel, kimi ne denli akıllı olduğunu görmek için kendine bakar. Kendini beğenmeyenin çoğu kez kendinden kaçması da bu savı destekler. II. Abdülhamit'in "burun" sözünü yasaklaması gibi, bu kaçış bazen genelleştirilebilir. Ahmet Haşim'in de kocaman başından hiç hoşnut olmadığı bilinir. O padişah değil ki "baş" sözünü yasak etsin. Bir şairin yapacağını yapar, hoşnutsuzluğunun kaynağını "Başım" başlıklı şiirinde nesnelleştirir: "Bihaber gövdeme gelmiş konmuş, / Müteheyyiç*, mütekallis** bir baş." Hiç unutmam, tıknaz bir felsefeci tanıdık, bir defasında kendisi için şöyle demişti: "Doğa insana bir şey verirse, başka bir şeyi ondan esirger. Bana aklı verdi, boy bosu esirgedi." * Heyecanlı ** Gergin
Sayfa 23 - Küçükkuyu, 26. 7. '95Kitabı okudu
Başkalarına anlatamadıklarınla beslenir sıkıntı, büyür içinde. Yazmak en etkili ruh ilâcı. Kimse okumadan yok edebilirsin. Söylediğini söylemedim diyemezsin ama. Bazen yazmak da para etmez. Çünkü tanığın yoktur. Vurursun kendini ordan oraya. Bu arada şansın varsa, utanılacak şeyler yaparsın, yüz kızartıcı. Artık suçlusun, herkesin önünde. Yalnız değilsin. Aklın varsa, suçluluğunun tadına varmak için, kendini savunmaya da kalkma!
Sayfa 26 - Küçükkuyu, 30. 7.Kitabı okudu
Her tutumun kendine özgü bir dili var: Dinsel kitaplar "hediyesi", öztürkçe betikler "ederi" ile satılır. Genelevde ve muayenehanelerde "vizite" ödenir, lüks lokantada ve otelde "adisyon". Camiye "teberru"da bulunulur, fakire "sadaka" verilir, Kızılay'a "bağış" yapılır. Şirketler "temettü" dağıtır, piyango "ikramiye". Yarışa "start"la başlanır, "finiş"le bitirilir. Namaz "eda" edilir, benzin deposu "ful" yapılır. Pahalı mağazada indirimli satılan mal "okazyon" dur, işporta tezgâhında "batan geminin malı". Liste böyle uzar gider. Bu jargonların bir kütüğü çıkarılsa, işte sana bir kültür haritası. Onu şimdiden görür gibiyim: Bir renk cümbüşü. Ünlü kültür mozayiğimiz, üstüne ne konduysa aldı. Böylesine kolay beğenen bir kültüre demezler mi: "Senin hiç seçme yeteneğin yok mu, her gelene eyvallah diyorsun?"
128 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.