Anektod
Victor Hugo'nun Sefiller'inde, bir hırsız, çaldığı şamdanlarla huzuruna getirildiği zaman, papaz, "Bunları kendisine ben hediye etmiştim" der ve ilave eder: "Gümüş takımlarını da vermiştim... Onları unutmuş." Hırsız, kendisini altüst eden böyle bir alicenaplıktan sonra, toplumun en dürüst, en hayırlı insanı olur.Biz de yerli ve yabancı, antika hırsızlarını adam edeceğimizi ve bunun, hiç değilse, yarına teminat olabileceğini umsaydık "Onlar çalmadı, biz verdik" deyiverirdik.
Sayfa 148Kitabı okudu
İsa Aleyhisselam'in Beşiğinin Bezi
İstanbul'un fethini müteakip ilk kütüphane, Eski Saray'da kurulur. Devrin meşhur alimlerinden Molla Lütfi de bir müddet bu kütüphanede "hâfız-ı kütüp"lük yapmıştır. Tezkireci Sehî, Molla ile Fatih Sultan Mehmed'in kütüphanede birbirlerine şöylece latife ettiklerini yazar: Rivayet ederler ki bir gün Sultan Mehmed bir kitap murad edip kütüphaneye gelmis. Molla Lütfi'ye hitap edip, bana sol kitabı alıver demis. Kitap bir yüksek yerde oldugundan, mollanın boyu yetmemiş.Kitaplar önünde bir yerde bir mermer taş yatarmış. Mevlana Lütfi ol taşa basıp kitabı alayım da sultanımıza vereyim demişken Sultan Mehmed, "Hay neyledin, ol taş, İsa Aleyhisselam'in dogdugu yerdir."dedi.Molla Lütfi bir şey demeyip kütüphanede hizmetine devam ederken kitaplar üstüne örtülmüş bir köhne bez parçası görür.Güveler yemiş, delik delik eylemiş, üstü kapkara olmuş.Gayet nazikçe, edep ve hürmet ile ol bezi iki elinin parmağı ucuyla alıp yine büyük bir edeple padişahın dizleri üstüne bırakır.Sultan Mehmed bunu görünce huzursuz olup, "Bunu benim üstüme niye getirdin?" diye sorunca Molla Lütfi, "Devletlü sultanım,niye huzursuz olursunuz.Bu bez, Isa Aleyhisselam'ın beşiğinin bezidir." diye cevap verir. :)
Reklam
Öğütçüoğlu ve Türkeş:
60'lı yıllarda Türkeş ile birlikte yol arkadaşlığı yapacak olan Ahmet Er ise 27 Mayıs öncesinde kendilerinin "komiteciler üzerinde CHP nüfuzundan" rahatsızlık duyduklarını ve müstakbel ihtilalin hazırlıklarını, Vecihi Öğütçüoğlu üzerinden Menderes'e ulaştırdıklarını iddia etmektedir.Ihtilal hazırlığı içeri­ sinde olan bir grubun, "nüfuz rekabeti" sebebiyle kendilerini "yönetenlere" ihbar edeceği fikri, her ne kadar akla yatkın gelmese de, bu anektod Türkeş grubu ile Öğütçüoğlu arasındaki münasebet derecesini göstermek adına önemlidir.Ayrıca, Öğütçüoğlu 27 Mayıs sonrası süreçte, Yassıada'daki "görevinden sonra", "Ölçü" adında "milliyetçi-muhafazakar" nitelikli bir dergi yayınlamaya başlayacaktır. Ancak bu dergi piyasada satılmayacak sadece belirli kişilere "posta" yoluyla gön­derilecektir.Yayın hayatı "kısa" süren ve piyasada satılmayan bu derginin nüshaları "Milli Kütüphanede" mev­cuttur. "İstihbaratçı" olması kuvvetle muhtemelen olan Öğütçüoğlu ile Türkeş'in yolları, Türkeş'in siyasi hayatı boyunca da kesişecektir.
Kafamdan atamadığım anektod
-Aysel gitti. +Onun için mi üzgünsün ? -Yoo. +Döner herhalde. Üzülme ne olursun. -Dönse de fark etmez. +Neden? -Artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz ki. Bir kere gitti mi gitti. Yüzüne baktığında hep bunu hatırlarsın...
18. yüzyıl yalnızca Rousseau'nun, Voltaire’in, Holbach'ın yüzyılı değil, aynı za­manda (hatta özellikle) Fielding'in, Sterne'in, Goet­he'nin, Laclos'nun da yüzyılıdır. O dönemin romanla­rı içinde en beğendiğim Sterne'in Tristram Shandy Beyefendinin Hayatı ve Görüşleri’dir. İlginç bir ro­man. Sterne, romanı Tristram'ın ana rahmine düştüğü geceyle açar ama henüz bundan söz etmeye başlamıştır ki başka bir düşünce gelir; bu düşünce serbest çağrışım yoluyla başka bir düşün­ceyi getirir, sonra başka bir anektod, öyle ki, bir ara­ söz bir başkasını izler ve kitabın kahramanı Tristram 100 sayfalık bölümde unutulur gider. Bir romanın böyle çılgınca düzenlenmesi basit, biçimsel bir oyun gibi gözükebilir. Ama sanatta biçim her zaman bir biçimden fazla bir şeydir. Her roman ister istemez "insanın varoluşu nedir ve şiirselliği nerededir?" soru­suna bir yanıt önerir. Sterne'in çağdaşları (Fielding sözgelimi) özellikle eylemin ve serüvenin olağanüstü çekiciliğinin tadını çıkarmayı bilmişlerdir. Sterne'in romanındaki gizli yanıt farklıdır: Şiirsellik ona göre eylemde değil, eylemin kesinti'ye uğramasında yatar.
“… Atina halk mahkemesinin hakkında idam kararını verdikten sonra ‘Seni haksız olarak idama mahkûm ettiler’ diye ağlayan karısına… ‘Sus, haklı olarak etselerdi daha mı iyi olurdu’ dediği şeklindeki haberi de
Sokrates
Sokrates
’in kişiliğine uygun düşen bir davranışı hikâye eden zarif bir anektod olarak aktaralım.”
Reklam
Diriliş Neslinin Amentüsü
Allah'a inanıyorum. Ben bir diriliş İşçisiyim. Allah kentinin işçisiyim. Allah'ın övdüğü, beğendiği islam toplumunu ören, toplumunun örülen duvarında en küçük bir kum tanesi olmaktan öte öğüncüm olamaz. Sezai Karakoç
KırkambarKitabı okudu
Ana babanın yolunu izlemek çok kolaydır, öğretmenlerinin yolunu izlemek çok kolaydır, toplumun yolunu izlemek çok kolaydır, baş eğmek çok kolaydır - isyan etmek, yalnız kalmak ise çok zordur. Ama ancak bu şekilde gelişirsin. Bitirirken sana küçük bir anektod aktarayım: Bir zamanlar kötü geçen bir hasattan sonra şikayet eden bir çiftçi vardı:
Sayfa 147Kitabı okudu
Eski Yunan filozoflarının tarihini bu anlatma denemesinin benzer denemelerden farkı, kısalığıdır. Buna ise, her filozofta öğretilerinin yalnızca pek azının anılmasıyla yani tam olmayışla ulaşılmıştır. Ama içinde bir filozofun kişiselliğinin en yoğun biçimde yansıdığı öğretiler seçilmiştir; oysa başvuru kitaplarında adet olduğu gibi akla gelebilen aktarılmış bütün temel öğretileri bütünüyle sıralamak, kişiselliğin tam bir susturulmasını sağlar. Bu yüzden de o bilgiler böylesine sıkıcı oluyor. Çünkü çürütülmüş sistemlerde bizi olsa olsa kişisellik ilgilendirir, çünkü bu asla çürütülemez olandır. Bir insanın portresini vermek, üç anektodla mümkündür; ben de her sistemden üç anektod ayırıp geri kalanı bırakıyorum.
Sayfa 46 - Say YayınlarıKitabı okudu
Müthiş bir anektod
Mustafa Kemal gene Park Otel’deyken, Nâzım Hikmet’i görmek istemiş. Şair oraya gelmiş. Mustafa Kemal, “bana bir şiir oku” deyince, Nâzım, “ben Denizkızı Eftalya değilim” diyerek, sofradan kalkmış gitmiş. Mustafa Kemal “yazık oldu! Aramızda insana benzeyen bir tek kişi vardı. Onu da gücendirdik” demiş.
Reklam
NFK'nın bana sempatik geldiği tek anektod
Şimdi şu Urgan soyadını bana kimin önerdiğini söyleyince, küçük bir şok geçireceksiniz: Necip Fazıl Kısakürek! Evet, iyi bir şair ve yetenekli bir oyun yazarı bildiğiniz, henüz dinciliğe soyunmamış olan, bizim arkadaş grubundan Necip Fazıl Kısakürek! “Çalışkan”, “Erdemli”, “Ulugönüllü” gibi manevi anlamlar taşıyan bir soyadı değil, içinde çok sevdiğim U harfi bulunan bir nesne adı istiyordum. Necip Fazıl, “Urgan’ı seç” dedi.”Urgan da ne demek?” diye sorduğumda, Anadolu’da ip anlamına geldiğini açıkladı ve kahkahalar atarak, “solculuğundan ötürü günün birinde nasıl olsa asılacağın için, bu soyadı sana ayrıca uygun” diye ekledi.
“Bilge Karasu bir kitabında şöyle bir anektod paylaşır: Adamın biri bir deniz balığı tutmuş günün birinde, o kadar sevmiş ki yanında hep kalsın istemiş. Her gün suyunu tazelermiş, denizden kova kova çekip taşıyarak. Bir süre sonra usanmış deniz suyu taşımaktan, musluk suyunu denemiş. Balık biraz tedirgin olmuş ama alışmış sonunda tatlı suya. Gel zaman git zaman adamın içine merak olmuş, tatlı suya alışan balık havaya da alışır mı diye... Balık önce boğulayazmış, debelenmiş, sonunda havaya da alışmış. Günlerden bir gün adamın denize gideceği tutmuş. Balığı da yanında. Koymuş onu çakıllığın gölgeli bir köşesine, kendi de denize girmiş. Çocuklar geçiyormuş oradan o ara. Balığı görmüşler. Nasılsa, acımışlar, bu balık karaya vurmuş, yazık, denize atalım, demişler. Adam deliler gibi yüzüp yetişesiye balık boğuluvermiş denizde. Ve eklemiş Bilge Karasu: Tuhaf değil mi, kurtarmak istediği şeyi kurtarmak için ne gerekiyorsa yaptığını sanan kişinin, ömrünün sonunda o şeyi boğmakta en büyük payı kendi eliyle getirmiş olduğunu anlaması?” Göçmüş Kediler Bahçesi
Beş farklı çalışma ile desteklenen bir iddia, çalışmalar arasındaki en zayıf olanı kadar güçlüdür. Onun yanlışlanması ile, her bir çalışmanın ayrı ayrı yanlışlanması arasında, mantıken ... büyük bir fark var ama bu iki senaryonun dinleyenlerde bıraktığı etki, benzer seviyelerde oluyor. ... bu zaafımız, neden istatistiki veriler yerine hikaye veya anektod kullandığımızı da açıklıyor.
Kızılderiliden Anektod
- Atalarınız bizden küçük bir toprak parçası istedi. Onlara acıdığımız için dileklerini geri çevirmedik. Aramızda yer aldı­lar. Onlara mısır ve et verdik. Onlar buna karşılık bize zohir (içki) sundular. Beyazlar bir kez memleketimizi tanıyınca, he­men sağa sola haber saldılar. Yeni yeni insanlar geldi. Biz onla­rın dostça geldiğini sandığımızdan hiç korkmadık. Çünkü bize kardeşim diye sesleniyorlardı. Sözlerine inandık. Bu kez onlara daha geniş bir yer verdik. Kısa zamanda sayıları arttı. Daha çok toprak istemeye başladılar. Sonunda bütün yurdumuzu istediler. Gözlerimiz açıldı. Savaşlar oldu. Beyazlar bizimle savaştır­mak için içimizden kimilerine paralar verdi. Halkımızın büyük bir çoğunluğu öldürüldü. Beyazlar bizi içkiye de alıştırdılar. içki yüzünden de binlerce Kızılderili kırılıp gitti. Kardeşlerim, eskiden bizim topraklarımız çok genişti. Sizinkiler ise çok kü­çük. Şimdilerde ise siz, büyük bir ulus oldunuz. Bize yatağımızı serecek kadar bile bir toprak parçasını çok görüyorsunuz.
Sayfa 105 - Sel yayınlarıKitabı okudu
99 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.