Auschwitz, tarihin kara lekelesi, insanlık suçu, sayılara sığdıralamayacak nice hayatların, umutların, hayallerin küle döndüğü, karanlık bir mahzen. Daha önce Auschwitz Dövmecisi kitabında, kampa gelenlerin sayıya dönüşünü, insani tüm haklarının ellerinden sökülerek alındığı ve çok aşağılık bir muamele gördüğü, aynı acıya aynı zulme şahit olmuştum. Bu kitapta da bunca acı, bunca hayvani muamelerin içinde insanca bir şeyler yapmaya gayret eden bir avuç insanın mücadelesini okuyoruz.
16 yaşındaki kütüphaneci Dita'nın hayat hikayesi... Evimde rahat koltuğumda, yanında sıcak bir şeyler yudumlarken okumaktan utandığım kitap...
Dita'nın kitaba dokunduğu, sayfalarını yavaş yavaş hassas bir şekilde çevirmesi, onları başkaları da faydalansın diye koruyup kolladığı ve her fırsatta kokusunu içine çekip, göğsüne bastırması, onun için belki umudunu korumasını sağlayacak bir ritüeldi.
Okumanın önemini, değişimin başlangıcı olacak bir kıvılcım olabileceğini ve bu ateşin insanlıktan nasibini almamış kişilerce korkulan bir hareket olduğunu Fahrenheit 451 kitabında da çok güzel işlenmişti.
Yazılanlar kurgu ile harmanlansa da çok daha ağırını,çok daha kötüsünü milyonlarca insan canları ile yaşayarak öğrendi, ne yazık ki...
Benzer durumu şu an şu saatlerde Gazze halkının yaşıyor olması da ne kadar acı...
Tarihin en karanlık anlarının tekerrür etmesinden daha kötü bir şey yok sanırım.