Hz. Ömer (ra), sessizce, dinlenmekte olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Bu manzara karşısında ağlamaya başlayan Hz. Ömer (ra)’in hıçkırıkları O’nu (asm) uyandırır. Kalkınca hasırın vücudunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer (ra) ise omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (asv) hayretle sorar:
“Ey Hattab oğlu! Niçin ağlıyorsun?”
“Ey Allah’ın Elçisi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah’ın Elçisisin… İzin versen de, biz de seni…”
Maksat anlaşılmıştır, Allah’ın Elçisi (asm), gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı “(Ankebut, 29/64)
ayetini okuduktan sonra ekler:
“İstemez misin ey Ömer? Dünya onların olsun, ahiret te bizim!..”[2]
Kusursuz bir kişilik, zeka ve yetenekle donatılmış karizmatik bir karakter, gerçek bir kahraman, Thomas Hawkins... Sonu gelmeyen bir aksiyon... Yer yer okuyucuyu soluksuz bırakan bir gerilim... Ve bunca karmaşanın içinde bir babanın kızına duyduğu o muhteşem bağlılık... Sabır, kararlılık ve kapalı karenin içine hapsedilmiş "güven"...
Kitabın son sayfasına kadar Tom'a inanan bir avuç insanla birlikte onun masumiyetini kanıtlamak için mücadele ediyoruz. Yazarın satır aralarına sıkıştırdığı hoş detaylarla yüzümüzde bir tebessüm beliriyor, kimi zaman da gözlerimiz doluyor. Muhteşem kurgusuyla okunmaya değer bir kitap.
Havada Kar Sesi
Diz boyu kar.
Dışarıda hayat olduğuna dair hiçbir işaret yok, pencerenin önüne koyduğum fincanın buğusundan başka. Evlerin bacalarından yükselen koyu grimsi dumanlar bir gelinlik gibi serilen kar’a bulaşıyor.Çatılardan sarkan sivrimsi buzlar kristali andırır bir güzellikte parlıyor.
Telefonum çalıyor dışarıdaki manzaraya
Bulutlar silüetini resmediyor
Güneş yanaklarına tebessüm kondururyor
Kaşların en nadir kuşların kanatlarında
Saçının her bir teli rüzgarın kollarında
Koşuyor gecenin en parlak yıldızlarına
Bana gel Zehram en güzel tokalar dudaklarımın arasında
Endişe etmesin o minik kalbin
Ana şefkatiyle sana ninniler söylerim
Zehram aş tepeleri var haneme
Var sevdiğinin kalbine
Savur efsunkar bakışlarını evimin her köşesine
Nakışını işle kalbime
Donat sofralarımı tebessümünle
Bir avuç aşk ikram et bu gönül dilencisine
Pamuktan yumuşak elini bas yaralarımın üstüne
Güzelleşsin kabuk tutan acılarım
Aydınlığa kavuşsun en karanlık yanım
Yahut bırak beni karanlıklarda boğulayım
Zehram boğulayım.
beni bu beyaz kefenin içinden çıkarın ve bana,
yasemin ve leylak yaprakları giydirin;
bedenimi fildişi sandukadan çıkarın ve bırakın,
portakal çiçeklerinden yastıklar üzerinde dinlensin.
arkamdan yas tutmayın benim,
ama gençlik ve sevinç türküleri söyleyin;
bana gözyaşı dökmeyin,
ama hasat ve üzüm sıkımı zamanı türküleri söyleyin;
"Nereye, nereye gidiyoruz bunca telaşla. Nerden geldiğimizi unutan bir avuç insanken nereye neye bu telaş."
Okadar güzel bir kitaptı ki hiç bitsin istemedim. Halbuki keşke hiç yazılmasaydı dediğim halde. Neden mi? Çünkü bir asırdır yaşadığımız acılar, çektiğimiz çileler
Öyle anlamlı ve güzel kaleme alınmış ki güler misin, ağlar mısın cinsinden..
Kitabı okurken şunu fark ettim ki biz insanoğlu arkamıza bakıpta ders almamız gereken şeyleri çok yanlış anlamışız. Hatalarımızdan hiç ders çıkarmayıp aksi gibi daha fazlasını yapmışız. İlerlemenizi gereken konularda sadece daire ciziyor durup her defasında en başa dönüyoruz. Oysa hep en baştan şikayet ettiğimiz halde...
Kitapta 80 ve 90'ların tadından yenmeyen güzelliklerinden! bahsediliyordu. Bir bebeğin gülümseyişinden, bir serserinin sohbetinden keyif alan bir insan topluluğundan bahsedilmiş. Sanırım o güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler..
Teknolojinin bizi getirdiği evrenden. İnsani olan özelliklerimizi nasılda yitirdiğimizden...
Okadar ki en son sokakta birine ne zaman tebessüm ettim sorusu yankılanıyor şuan zihnimin duvarlarında. En son ne zaman içten tebessüm ettin?...
Umarsızca sürüklendiğin boşluk NEREYE gidiyor....
Bir ton altın karşılığında bir güzel düşünceyi kim satar bana? Bir avuç dolusu mücevher karşılığında kim bana bir anlık bir aşk verebilir? Kim bana başkalarının yüreğini görebileceğim bir göz bahşeder, bütün servetini karşılığında alıp götürerek?
Senin bakışlarında en güzel tebessümler gizliydi, sen kalplerde açan çiçektin…
Sen en masum renktin, papatyanın beyazıydın, gülün kokusuydun, sen yağmur damlası, sen ki toprak kokusuydun.
Ruhun deniz gibi sakindi, bana huzur veren en güzel kıyımdın sen...
Güneştin içime doğan, ruhumu aydınlatan…
Bulutlar seni görünce istese de ağlayamazdı, utanırlardı; sen bu kadar güzel tebessüm saçarken kıyamazlardı, olmazdı güzel yüzün ıslanırdı.
Sen bir şirin kuştun ablacım, çocukların minik kalplerinde uçan onlar için kanat çırpan...
Dokunuşunda ne vardı biliyor musun sen? Bir avuç sevgi, bir tutam masumiyet, vücuda giren en temiz havaydın sen.
Sen sıcacıktın bende, saklıydın en derinimde, vermezdim seni kimseciklere...
Sonra ne oldu biliyor musun? Ben gitsem de uzaklara sen hiç gitmedin benden, bakışların gözlerimde, sevgin kaldı yüreğimde.
Canımsın sen, en güzel şiirdeki en tatlı kelimesin sen… Öyle güzelsin ki öyle içten, öyle saf ve öyle masum... Nasıl çıkarırım seni içimden, benden?
Çocukların kalplerinden ellerine taştın, onların çizdiği en güzel resimdin sen. Seni ne kadar çok sevdiğimi fısıldadım dünyaya, bir kelimeye sığan en güzel melodiydin sen…
Ne için yaşıyoruz bu hayatı?
Unutmuşuz amacımızı, savrulup gitmişiz acımasız tufanlarda.
Kaybetmişiz insanlığımızı,
Güvendiklerinin hançerleriyle dolu herkesin sırtı.
Dağlar küsmüş karlara,
Gamzelerimizdeki papatyalar solmuş.
Vefasızlık dolanmış ak saçlarımıza.
Zulme susar olmuşuz.
Bir tebessüm hasretiyle yaşar ruhumuz.
Yürekte devrim yapmanın ne olduğunu bilmez olmuşuz.
Bir avuç topraktan gelip, bir avuç toprağa gideceğimizi nasıl da unutmuşuz.
Türkünün son nakaratındayız sanki.
Ölümün bir nefes uzağında,
Uçurumun kenarındayız..
~Pınar