Gökalp'ın mektupları hala tam manasıyla neşredilebilmiş değil
Malta sürgününden, yaklaşık iki yıl boyunca eşine ve kızlarına yazdığı 572 mektup kitap halinde büyük boy 600 sayfa tutuyordu ama bu konu onunla ilgili yayınlarda ya hemen hiç ele alınmamış ya da -bildiğim kadarıyla- birkaç örnek verilerek geçiştirilmişti. Oysa bu, aile içi özel mektuplar -kendisinden pek az söz ettiğini bildiğimiz- Gökalp'in son derece kapsamlı ve içten bir "özyaşamöyküsü"nü ( otobiyografi) oluşturuyordu adeta. Hepsi de birbirinden anlamlı, özenli ve kolay anlaşılır bir dille yazılmış 572 mektubu tek tek incelediğimde, onun, pek bilinmeyen ya da üzerinde durulmayan "eğitimci" (pedagog) yanıyla karşılaştım. Sonra da mükemmel bir eş ve sevgi dolu bir babayla... Koşullar ne olursa olsun çevresine umut ve iyimserlik saçan bir aydınla...
Yalvardıkça önemini kavrardım yalvardığını şeyin, artardı korkum. Dururdum sokağın ortasında, özür dilerdim, o beni kolumdan çekerdi. Anama babama söylerim bu yaptıklarını derdim, gülerdi... Güçlüydü bu konuda, vız geliyordu. Dükkân kapılarına, duvarlara tutunurdum, eteğinden çekerdim, direnirdim, beni bağışlamadan bir adım atmak istemezdim (ona da neler çektirmişim!) ama sürüklerdi beni, şimdi bu yaptıklarımı da öğretmene anlatacağını söyler, sürüklerdi beni. Vakit ilerler, kilisenin saati sekizi vururdu; okulun zillerini duyar, öteki çocukların koşmaya başladıklarını görürdüm. En korktuğum şey; okula geç kalmaktı. Biz de başlardık koşmaya, bir yandan da "söyleyecek - söylemeyecek" diye pazarlığa, girişirdim kendimle. Söylemezdi! Hiçbir vakit de ele vermedi beni.. Ama isteseydi yapabilirdi ya! (Dün söylemedim, bugün söyleyeceğim; bak görürsün!) Bu gözdağı bitirirdi beni. Kimi gün - düşün Milena - öfkesinden, duruverirdi sokakta, hırsla yere vururdu ayağını... Dükkânlardan çıkarlar, bize bakarlardı! Ne saçma şeyler bunlar, değil mi? Ne türlü seninim Milena, anla! Bu aşçı kadınlar, bu korkutmalar, otuz sekiz yılın ciğerimde biriktirdiği toz toprakla ne denli seninim bilsen! Bunlar değildi demek istediğim, ya da başka türlü diyecektim, olmadı... Gece ilerledi, kesmeliyim artık, uyumam gerekiyor... Oysa biliyorum; uyuyamayacağım. Sana yazmaktan vazgeçtiğim için uyuyamayacağım. Eski günlerimi bilmek istiyorsan, altı ay önce babama yazıp da veremediğim uzun mektubu gönderirim sana.
Reklam
Babam Dağıstanlı Muhammed Fâzıl Paşanın bütün hayatına ait kendi ağzından işittiğim ve benim şahit olduğum enteresan hakiki vakaları daima aynen yazmak isterdim. Fakat bir türlü mümkün olmuyordu. Üç sene evvel geçirdiğim mühim bir hastalık sırasında şöyle düşünüyordum: Ölürsem, bu hatıralar da benimle gömülecek, diye çok müteessir olurdum. Şayet
YARIN DİYE BİR ŞEY YOKTUR Kendimi hafifçe heyecanlı hissediyordum: Bir sürü sıgara içmiştim; son olsun diye bir tane daha yaktım. Bu biter bitmez yatağa girmeliydim: Yarın vücudum dinlenmiş, zihnim açık olmalıydı. Sigarayı içerken Hâmid’den ve mesela bir Davalaciro diskuru veya Ankara’nın ünlü eleştirmecisinden, kendi diliyle yazılmış bir söyleşi
‘Deney’ Filmi : Bir Mürekkep Testi Olarak Film
Sosyal psikolog Zimbardo ve arkadaşlarının ‘hapishane deneyi’ diye bilinen çalışmalarından esinlenen ‘Deney’ filmi, gösterime girmesinin üstünden yıllar geçmesine karşın, bugün de izlemeye değer. Bu yazıda, filmin anlatıbilim açısından çözümlemesini yapmak yerine, psikoloji için anlamına odaklanıyoruz. Araştırma Etiği ve Etik İhlaller Film
Naziler / Mossad ve Aile.
Mecid, Kamil'i eski bir Alman diplomatı Von Hentke'yle tanıştırdı. Von Hentke Alman Dışişleri Bakanlığının Orta Doğu Masası Müdürlüğü görevinde bulunmuş ve şimdi Suudi Arabistan'da siyasi danışmanlık yapıyordu. Dışişleri Bakan­lığındaki görevi icabı Von Hentke birçok Arap ülkesini ziyaret etmişti. Ne zaman Orta Doğu'ya gelse
Geri115
156 öğeden 151 ile 156 arasındakiler gösteriliyor.