376 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
“En evvel bir kin gelip mıhlanmıştı yüreğime; nasıl olurdu, nasıl olurdu da anneciğim bu gencecik yaşında ve üstelik “bir tanem” dediği beni bırakıp gidebilirdi? Lakin anlam veremiyordum, kimeydi bu kinim? Beni bırakıp giden anneme mi? Beni bırakıp giden annemin hastalığını geç fark eden babama mı? Beni bırakıp giden annemin derdine deva bulamayan tabiplere mi? Beni bırakıp giden anneme bu yazgıyı takdir edene mi? Sonradan anladım ki, bu sorularımın hepsinde “beni bırakıp giden annem” diyordum; suçlu annemdi ve benim kinim annemeydi.” (MELEĞİN GÖZYAŞI-ARİFZADE) “Neden sonra yatağıma geçip uzandım. Gözlerimi odamın beyaz boyalı tavanına diktim. Dedemin bana anlattıklarının nasıl da bir kere daha bir damla gözyaşından bana yaşatıldığını düşünmeye koyuldum. Öylece uyuya kaldım. Rüyamda annem gelip başucuma oturdu. Narin eliyle saçlarımı okşadı. “Anneciğim” diye bağırdım hüzünle, “Anneciğim!” “Yavrum?!” dedi sevecen sesiyle, “sen bugün ağlamayı öğrendin; şimdiye dek yaptığın sadece gözyaşı akıtmaktı, lakin bugün şu masanın başında ağladın oğlum. Unutma ki, esneyen ya da gülen bir insan da gözyaşı akıtır ama ona ağlama denmez. İşte sen de şimdi ağlamayı öğrenmiş oldun bir tanem; dünya üzerinde acı çekmeyen çocuk yoktur. Japonya’da, Afrika’da, İskandinavya’da, dünyanın her yerinde, her zaman çocuklar üzülür. Ama unutma, ağlamayı öğrenen çocuk mutlu olmanın yolunu da bulmuş olur!” Bu benim son rüyamdı.” (MELEĞİN GÖZYAŞI-ARİFZADE)
Kırlangıç Ağıdı
Kırlangıç AğıdıEda Bildek · Nüve Kültür Merkezi · 20147 okunma
"Bu dünyada yaşamak her şeye aldırış eden herkes için çıldırtıcı bir süreç. Burası, dört yaşımdan bu yana benim için hiç de uygun bir yer değil." "Gerçekten mi? Ama sen inanılmaz derecede candan, nazik ve olumlusun." Burun kıvırarak, "Hayır," dedi. "Sadece seninle birlikteyken mutluyum." "O zaman, her şeyden nefret ettiğimizde ne yapmaktayız?" "Hayat sanki neşeli bir şeymiş gibi ya da bir anlam ifade ediyormuş gibi davranmaktan vazgeç. Bu aslında genelde keşmekeş yüklü, zalim ve sıkıcı bir süre. ve bizler de elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Adil değil ve sürekli aşağılıklar, ahmaklar kazanıyor gibi görünüyor. Ama birkaç kişiyi seviyorsun. Tıpkı benim seni sevdiğim gibi Elizabeth. Sen Tanrı'nın bana gönderdiği meleksin." - Anne Lamott / Kanatsız Kuşlar
Reklam
Sol Yanım Acıyor Anne Merhaba anne, yine ben geldim Merak etme okuldan çıktım da geldim. Anneler de babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama, Ali “okula gitmezsem annem çok kızar merak eder” demişti de onun için söylüyorum. Geçen hafta öğretmen sağ elimde sarımsak, sol elimde soğan dedirte dedirte Öğretti sağımı solumu. Ben biliyorum artık anne,
Haydarpaşa garında 1941 baharında saat on beş. Merdivenlerin üstünde güneş yorgunluk ve telâş. Bir adam merdivenlerde duruyor bir şeyler düşünerek. Zayıf. Korkak. Burnu sivri ve uzun yanaklarının üstü çopur. Merdivenlerdeki adam — Galip Usta — tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur: «Kâat helvası yesem her gün» diye düşündü 5 yaşında. «Mektebe
Erdal .. Mamak Askeri Cezaevi'nde idam hükümlüsü bir gencin, Erdal Eren'in son fotoğraflarını çekmiştim yıllar önce. Yarım saat kadar yanında kalıp, koşullar elverdiğince konuşup, yaklaşık 2 'makara' fotoğraflayıp ayrılmıştım oradan. Deklanşöre son defa basıp, parmaklıklar arasından 'sessiz sitemsiz' bakışını dondurduğum o günün gece yarısında
Atatürk'ün Adalet'i... Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak
Reklam
Kadın hamile. Bebek erkekmiş. Aile mutlu çok mutlu. Bebek doğdu, pipisini gösterdi amcalara. Amcalarda bayram sevinci. Dünyanın en gerekli organını gördüler çünkü. Bebek terledi, çırılçıplak soydular, evde misafirlikte, mahallede böyle gezdi. Bu hakka sahipti çünkü pipisi vardı. Bebek biraz büyüdü. Sünnet olacak. Davullar, zurnalar,
''Anne?'' Efendim, Diana? ''Bana söylediğini yaptım. Sırlarımı herkesten sakladım.'' Zor olduğunu biliyorum. ''Senin hiç sırrın var mı?'' Zihnimde bir kırda geyik gibi koşarken annem beni kovalıyordu. Elbette,dedi,uzanıp parmaklarını salladığında havada süzülüp onun kollarına düştüm. ''Bana bir tanesini söylesene?'' Tamam. Dudakları o kadar yakınımdaydı ki kulağımı gıdıklıyordu.Sen. Sen benim en büyük sırrımsın. ''Ama ben buradayım!'' diye çığlık attım, elinden kurtulup elma ağacına koşarak.''Eğer buradaysam nasıl sır olabilirim ki?'' Annem parmaklarını dudaklarına götütüp gülümsedi. Sihir.
Sayfa 439Kitabı okudu
Marenburg dalgın bir ifadeyle, "İnsan bunları dinledikçe büyük aşk kavramını sorgulamaya başlıyor," dedi. Kafamızın içinde yarattığımız ideal kişinin özlemiyle mi yaşarız, yoksa bir insanı kendi gerçekleriyle olduğu gibi kabul edebilir miyiz? Yani her şeyiyle demek istiyorum." "Bunu bana sorma Rudi. Bir erkeğiz. Bunu asla anlayamayacağız."
Sayfa 362Kitabı okudu
Ralph ile Zouga ürkek bir hayranlıkla bakıyorlardı deliğe. Zouga, «Eski zamanlarda madenlerde köle çocuklarını ya da Buşmenieri çalıştırdıklarını söylerler,» dedi. «Altın damarının orada olup olmadığını öğrenmemiz gerek. Ama hiçbir yetişkin...» Ralph sustu, baba oğul birbirlerinin yüzüne baktılar, sonra ikisi birden Jan Cheroot'a döndüler. «Asla!» dedi ufak tefek Hotento. «Ben yaşlı ve hasta bir insanım. Asla! Öldürseniz bile girmem oraya!» Ralph çantasında bir mum parçası buldu. Zouga atları bağlamak için kullandıkları üç kangal ipi birbirlerine ekledi. Jan Cheroot da onların bu hazırlıklarını idama mahkûm bir insanın darağaçının kurulmasına bakarmış gibi seyrediyordu. «Doğduğum günden bu yana geçen yirmi dokuz yıl içinde bana cesaretinden söz edersin,» diye Ralph kolunu Jan Cheroot'un omuzlarına atıp adamcağızı maden ağzına doğru sürükledi. «Belki de biraz abartmalı konuşmuşumdur.» Zouga yaşlı karaderilinin koltukaltlarından geçirdi ipi, beline de bir çanta bağladı. «Vahşilerle savaşan, fil ve aslan avlayan sen... bu küçücük delikten mi korkacaksın? İçerde ne olabilir ki? Bir iki yılan, biraz karanlık, birkaç hayalet... hepsi o kadar.» Jan Cheroot, «Belki de çok abartmalı konuşmuş olabilirim,» <liye kısık sesle fısıldadı. «Sen korkak mısın yoksa, Jan Cheroot?» «Evet!» diye Jan Cheroot başını salladı. «Korkağım elbette, burası da korkaklara göre bir yer değil.» Ralph, adamın oltaya takılmış bir balık gibi çırpınmasına aldırmadan yakaladığı gibi kuyuya indirdi.
Reklam
Can Sıkıntısı
Bir müddet durdu. Eliyle gözlüğünü oynattı ve devam etti: “Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor. Günden güne miskinleştiğimi hissediyorum ve bundan memnunum. Belki bir müddet sonra can sıkıntısı bile hissedemeyecek kadar büyük bir gevşekliğe düşeceğim. İnsan bir şey yapmalı, öyle bir şey ki... Yoksa hiçbir şey yapmamalı.
Geçmiş oIan dünden hiç yad etme, yarın da geImemişken feryad etme, düşünme geIeceği de geçmişi de, şimdi şen oI da yaşamı berbad etme. Eğer her şeyini kaybetmişsen ve cebinde bir ekmek aIacak kadar paran kaImışsa, git kendine bir demet menekşe aI ve ruhunu besIe. Bence bu çok anIamIıdır ve kişinin önceIikIe ruhunu besIemesi Iazım. Kendini satmayan
"Bu güç değil zayıflık", dedi damon ayağa kalkarak. "Dünyaya inmiş bir cehennem. Daha kötü bir şey olamaz" "Olamaz mı? Babam gibi ölmeyi mi tercih ediyorsun", inanamayarak başımı iki yana salladım. "İkinci bir fırsatın var" "Bu fırsatı hiç istemedim. Tek istediğim Ketherina'di. O da yok artık. Öldür beni bitsin bu iş. "Damon bana sivri uçlu bir dal parçası verdi. "Al şunu" dedi kollarını açarak. Kalbine alacağı tek darbeyle istediğine kavuşabilirdi.
Sayfa 222Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.