Severim ben seni candan içeru
Yolum vardır bu erkandan içeru
Şeriat, tarikat yoldur varana
Hakikat meyvası andan içeru
Dinin terk edenin küfürdür işi
Ol ne küfürdür, imandan içeru
“SARHOŞ: Az beri bak arkadaşım. Ne arıyorsun buralarda?
VİCDANİ: Birini yakalayıp sorguya çekeceğim.
SARHOŞ: Kim bu kovaladığın adam?
VİCDANİ: Öteki.
SARHOŞ: Hangi öteki?
VİCDANİ: İçimdeki öteki. Yani ben kendi kendimin peşindeyim.
SARHOŞ: Sen seni arıyorsun demek. Bir ben vardır bende benden içeru dalgası di mi? (Sırıtır.) Peki sen seni bulursan ne yapacaksın?
VİCDANİ: Beni bana soracağım.
SARHOŞ: Bakalım sen sana açılır mı?
VİCDANİ: Ser veriyor, sır vermiyor namussuz.”
Şuurumun derinlerinde, üzerinde kendi hayâlimi aksettirdiğim, benden başka bir ben bulunmaktadır. Ben kendimi O'nda görmekteyim: O'nun anlaşılmaz sırrı, bende tıpkı ışığı kıran bir ayna sırını düşündürüyor.
İmam-ı Rabbânî Hazretlerinde, tam ifadesini bulan "Vahdet-i vücut"... Yine o "Vahdet-i vücut" ki, sadece zevken ve vicdanen sezilen, kelâma girmeyen hadise... Kendi muazzam ölçüsünü de şöyle koyar:
"Hiçbir şey O'na muttasıl (bitişik) değildir! Ve hiçbir şey ondan munfasıl (kopuk) değil!..
Bu ne azim ölçüdür! Ayrı olmak elinde mi kulun?.. Nasıl ayrı olunabilirmiş Allah'tan? Buradaki inceliğe dikkat edin! Ayrı nasıl olur? Bitişik nasıl?.. Demek ki, kurtarıcı düstur budur. Yani "Hiçbir şey O'na muttasıl değil ve hiçbir şey O'ndan munfasıl değil..." Hakiki "Vahdet-i vücut" da bu... Ve "Lâ mevcûde İllallah'ın sırrı burada... Hiçbir şey mutlak olarak ne gayr'dır, ne ayn'dır. Birçok incelik var... Bunun da üzerinde fazla duramayacağım.
Evet; ve işte, sırası gelmişken bildireyim; Yunus Emre'nin o çok büyük insanın, büyük ârifin:
Beni bende demen, bende değilim;
Bir ben vardır bende benden içeru.
Dediği o muazzam şey, işte bu hakikate bağlı...