Hintliler halka daha önce hiç görmedikleri fili göstermek istediler. Ancak fili görmeye gelenler karanlık ahırda toplandıklarında fili görmeleri mümkün olmadı. Ahır zifiri karanlıktı, göz gözü göremiyordu. Meraklarını gidermek için her biri elleriyle filin neye benzediğini anlamaya çalıştılar. İçlerinden biri filin kulağını tuttu ve “Fil bir oluğa benziyor.” dedi. Diğer birinin eline ayağı geçmişti ve “Fil bir direğe benziyor.” dedi. Bir başkası da sırtını elliyordu o da: “Fil bir taht gibidir.” dedi. Velhasıl her kim filin neresini elledi ve nasıl anlamak istediyse fili ona göre anlatmaya çalıştı. Birinin dediği diğerini tutmadı ve aralarında anlaşmazlık çıktı.Çünkü ellerinde hakikati görmeye yarayacak ışıkları yoktu ve Mevlana’nın deyimiyle “Duyu gözü ele, avuca benzer, avuç bütün fili tutamaz ki.” Herkes kendi penceresinden hakikate yaklaştı ve hakikati bir yönüyle bilebildiler. Hâlbuki hakikat her birinin gördüğü parçaların bütünüydü. Eğer ellerinde onları hakikate götürecek bir ışık, bir bilgi olsaydı ihtilafa düşmeden hakikati bilebilirlerdi.