doğuştan itibaren kafesin en derin, en acımasız zincirlerine vurulmuş bir tutsaklıktır insanlık. bu varoluşsal esaretin ve dünyadaki tüm öz eksikliğinin tek ve mutlak nedenlerinden biri de, bireyin
Dünya bir inkılâp bekliyor... Bu inkılâbın İslâm’ın olacağını söylüyoruz... Yunus Emre'nin “Zehirle pişmiş aşı yemeye kim gelir?” demesi hesabı, ne olunması gerektiğini Büyük Doğu Mimarı işaretliyor:
“Muayyen sahalarda dinin hikmetlerini en doğru anlayışla topluma aplike edecek ve insanlara yaşanmaya değer hayatı bildirecek fikircilere ihtiyaç var...”
Yani, mihraksız çocuk uçurtması fikirler gevelenmek değil, bâtın kahramanlarının “Has Oda” sırrına giden yolu döşeyebilecek ve derinlik buudundaki karşı engelleri temizleyebilecek CİNS KAFALARA... Böyle olmak!..
Şunu tasvip ederken bile keyfiyetiyle papağanlıkta kaldığını anlamayanlardan olmamak ve içe ve dışa doğru tahlil âletini kullanabilmenin terkib cehdi:
“İslâm, eskilik ölçüsüyle ezel kadar eski ve yenilik ölçüsüyle ebed kadar yenidir; bunu anlayacak ve anlatacak cihan çapında fikircilere ihtiyaç var; her biri mukaddes ölçülerin papağanyârî ezbercilerine değil...”
“Denenmemiş Tek Nizam” alt başlığı. Haziran 2013, “ÜÇ HADİSE” , İbda Yay.·Kitabı okuyor
01. (< AS) Simplikios, Fizik Şerhi, 24.26-25.1
Anaksimenes ise... tıpkı <Anaksimandros> gibi, taşıyıcı doğanın bir ve sonsuz olduğunu söyler, ama onun gibi "belirsiz" demez, "hava" diyerek onu belirli yapar. Tözler <havanın> seyreklik ve yoğunluğu bakımından birbirinden ayrılırmış; seyreldiğinde ateş oluşurmuş, yoğunlaştığında ise rüzgar, sonra bulut, daha sonra su, sonra toprak, sonra taş, bunlardan da öbür şeyler. Hareketi o da ezeli yapar, değişimi de ondan türetir.
02. (A6) Plutarkhos, Kırkyama, 3
Anaksimenes evrenin ilkesinin hava olduğunu ve bunun cins bakımından sonsuz, nitelikleri bakımından ise sınırlı olduğunu söyler.
Her şey onun yoğunlaşma ve yine seyrelmesine göre türüyormuş.
Hareket ezelden beri varmış. Hava sıkıştığında ilk oluşanın -epey düz olan- toprak olduğunu söyler. Dolayısıyla onun havanın üzerinde süzülmesi mantıklı. Güneş, Ay ve öbür gökcisimleri oluşlarının ilkesini topraktan/yerden alıyormuş. Güneş'in topraktan olduğunu öne sürer, hareketinin hızı sebebiyle aşırı ısınıyormuş.
Varlık, vücud ve mevcud olarak, “ihtimâl” kaydı ve yokluk bahsi de içinde, herşeyi kapsar; iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin değerlerinden, küll-bütün, cüz-parça, tek ve çok, nev’ ve cins, istikamet ve saçmaya kadar, kemmiyet ve keyfiyet ifâde eder herşeyi… Yevmiye: “Sayının, kemmiyet mânâsı yanında, keyfiyet mânâsı da var. Meselâ BİR (1), keyfiyettir de!”… Kemmiyet yönüyle sayının yalın veya hesab biçimleri içinde ilimlerdeki ifâdesi malûm. Kemmiyet veya keyfiyet ifâde eder her varlık ve teşekkülünün, bir kâinat nüshası olan Lûgat’ta kelimeler hâlinde bulunuşu, harflerin bir sayı değeri ifâde etmesi bakımından o taayyünle bilinmesi, aynı sayı müşterekliğindeki kelimelerin kavuşması; EBCED budur…
Nisan 2013, “HAYÂLİ CİHAN DEĞER”, HATIRA VESİLESİYLE..., İbda Yay.·Kitabı okuyor
Levha: 26 Mart 1987… Rahmetli Üstadım’ın evinin bahçesi… Onunla yanyana oturuyoruz… İçimden, bir hatamı yüzüme vurmamasını temenni ediyorum… Vurmuyor… Hafifçe ayağını gezdirirken, dizini bana dokundurmak istediğini sanıyorum… Dokunduruyor… “Üstadım, birşey mi istediniz?” diye soruyorum, “hayır!” diyor… Ve o güzel sevinçli hâliyle, “artık hiç şübhem kalmadı!” diye, benden emin olduğunu bildiriyor… Yine bahçede, büyük bir ÇINAR ağacının dibinde, beyaz renkli uzun bir masa başında, o, ben ve Neslihan Hanım… Benim heyecandan kalbim küt küt atıyor ve terliyorum… Üstadım, “senin cins yaşın hangisi?” diye soruyor… “Efendim, ilk konferansınızı dinlediğimde, orta bir, hayır orta ikiye gidiyordum. YOLUMUZ, HÂLİMİZ, ÇAREMİZ isimli konferans!”… Memnun ve mesut bir jestle, “eee, Allah nelerden ne nasib eder!” diyor ve Neslihan Hanım’ı söze dahil ettirmek istiyor: “Bizim Nilgün demişti ki…” diye başlıyor… Üstadım’ın kızı imiş… Ben bu konuşmalardan önce Neslihan Hanım’a hürmeten “anne” diye hitab ediyordum… Üstadım çok memnun ve neşeli!
*
Yolumuz, Hâlimiz, Çaremiz. (Konferans): 473.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 473.
Hükümet: Devlet. Vekiller heyeti: 474= 1473.
*
Yolumuz, Hâlimiz, Çaremiz: 473= 1472.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2470= 472.
Taab: Yorgunluk: 472.
Tıb’: GÖLGE: 472.
Mülaet: Allah Resûlü’nün Hazret-i Abbas ve dört erkek evlâdını örttüğü perde: 472.
İsticabe: Duanın Allah tarafından kabul olunması: 472.
Tebyin: Belirtme. Açık anlatma: 472.
Tünbek: Darbuka. (Musikide RİTM tutma âleti): 472.
Temmuz 2012, “ABDÜLHAMİD HAN”, YOLUMUZ, HÂLİMİZ, ÇAREMİZ, İbda Yay.·Kitabı okudu
Günümüzde tüketim, ihtiyaçtan öte bir
kimlik meselesi halini aldı. Giydiğimiz
kıyafetler, içtiğimiz kahveler, gittiğimiz
mekânlar kim olduğumuzu anlatan birer
simge oluverdi.