Klasik eserlerin en belirgin ortak noktaları, zamansızlığıdır. Büyük bir çoğunluğunda, yıllar önce yazılmasına rağmen bugünü görürsünüz. Bu kitapta, başlar başlamaz o hissi yakalıyorsunuz. Ben bu kadını tanıyorum diye düşünüyorsunuz okurken.
Madame de Prie, kaosla besleniyor. Sıradan ve gerçek olanın güzelliğini bırakın görmeyi, varlığından bile dehşete düşüyor. Onun için hayat, yalanlar, kıskançlıklar, pohpohlanmalar, güç ve bu güçle gelen nefret demek. O sadece maskeleri istiyor, maskelerin ardındaki gerçek yüzler rahatsızlıktan başka bir şey değil.
Saraydaki varlığı sorun olunca, kral tarafından sürgüne gönderiliyor. İlk birkaç gün, geri döneceğine duyduğu inançla, kırsalda yalancı bir atmosfer oluşturuyor kendine. Neşeli, geçici bir tatil gibi. Fakat yavaş yavaş geri dönüşün bu kadar kolay olmayacağını farkediyor. Bu kadar kolay vazgeçilir olmak onun için tahammül sınırlarının ötesinde.
Elinden geleni yapıyor, mektuplar yazıyor, yalnızlığını katlanılır kılacak şeyler deniyor ama nafile. Son bir oyun geliyor aklına. Yavaş yavaş çöküşüne ilerleyen kadının finali de varlığı kadar bomboş bir hiçlik içeriyor.
Yine Zweig kaleminden çarpıcı bir karakter ve psikolojik analizler. Adrenalini, çöküşü, duygusal gelgitleri birebir yansıtıyor. Keyifle okunan bir kitap, tavsiyemdir.