Türkiye'de en çok önerilen kitaplardan biri.
Makamına hak ettiğini düşünüyorum.
İlk başta "Abartmayın, ne yükselttiniz kitabı?" demiştim. En sonunda "Tamam, kesinlikle okuyorum artık." dedirttiler.
Evet, minik Martin'imiz.
Bir bilgi birikimi olmayan Martin'imiz.
Ama sorun bakalım, Martin o zaman mutlu muydu?
Yakınlık her zaman pek hoş bir şey olmayabilir. Nedir o ideal uzaklık o zaman? Kendimizi en iyi hissedeceğimiz yer? Karşımızdakini en güzel haliyle görebileceğimiz mesafe? Bir kol boyu mu? Yan oda mı? Karşı sokak mı? Komşu şehir mi? Hangisi olursa olsun, insanın kolayca aşabileceği bir mesafe olsun derim ben. Uzanıp da dokunabileceği bir uzaklık olsun. Çünkü fazlaca yakınlıktan daha fena tek şey vardır hayatta: o da kimsenin ulaşamayacağı kadar uzakta olmak.
Bazı küçük, koyu renk cevizler vardır hani? Çetin ceviz. Ağacın tepesinde öyle tek başına dururlar. İçten içe kurtlanıp çürürler sonra. Bir gün hafif bir rüzgâr indirir onları.Toprağa onlar gibi düşmek istemezsiniz. Kapalı ve sessiz.
...Bilal'in (ra) umurunda bile değildi Ümeyye'nin deliye dönüşü ve ona karşı acımasız oluşu. İman, yüreğine müthiş bir cesaret vermişti. Küfre tek başına meydan okumaya çalışıyordu sanki. Öylesine kahramanlaşmıştı. Din düşmanlarının eziyet ve işkencelerini adeta gülerek karşılıyordu. Sabredip güldükçe belâ ve sıkıntıların küçülüp yok olacağını imanıyla biliyordu. Bazen gün boyu aç susuz bırakıyorlardı Bilal'i. Kimi zaman da boynuna ip takıp ücretle tuttukları serseri gençler tarafından Mekke sokaklarında dolaştırıyorlardı.
Suretin Ruha Tutkusu
Evrende şaşkın ve mahzun bir o kadar da duyguların pençesinde kıvranan insanın buhranı, sahip olamadığı şeyledir.
Sahip olamadığı yada sahip olmadığını düşündüğü şeyle olan ilişkisi İnsanı ruhundan uzaklaştırmıştır.
Peki nedir sahip olmak istediği şey ?
Bununla alakalı bir fikrinin olmadığıda açıktır çünkü uğruna çaresiz,
Bugün dünyadaki 35. yılım, doğum günüm. Cahit Sıtkı’nın deyişiyle: “Yolun yarısı”. Bu zamana kadar yaşadıklarımdan, şahit olduğum binlerce hayat hikâyesinden, kendimce okuduğum kitaplardan, dinlediğim müziklerden, izlediğim filmlerden bir terapist olarak şunları öğrendim:
İnsan nisyanla malüldür ve fena halde hüzne, hüsrana mahkûmdur. Her hal
Geçen gün dışarda tek başıma kahve içiyordum. Sonra story gören biri mesaj attı. “Gerçekten tek başına mısın? Tek başına kahve mi içmeye gittin?” mesajı okuyunca düşündüm. Aslında kendimi tek ve yalnız hissetmiyordum. Huzurlu ve sakin bir gün geçiriyordum.
Sonra bunun üzerine düşünmeye başladım. Tek başıma gezmeye gidebiliyorum. Kendime yemek ya da kahve ısmarlayabiliyorum. Ve bunları yaparken o kadar eğleniyorum ve dinleniyorum ki. Bazen kendi kendime gün planlayıp yapmak için hevesleniyorum.
Aytmatov, masal ve tarihi gerçekler üçgeninde kurulmuş kısa ama yine, yeniden “Ben Aytmatov romanıyım.” diyen bir eseri daha. Aslında Gün Olur Asra Bedel romanının bir bölümüydü ancak o dönem basılmasına izin verilmedi ardından bu bölüm tek başına kitap halinde basıldı. “Mankurt” kavramının başlangıcı niteliğinde olan bu eseri okumanızı öneririm. Aytmatov dilinin samimiyeti diye yadsınamaz bir gerçek var cidden.
UZAYLI KOCAKARI
(Ursula K. Le Guin - 1976)
Menapoz, akla gelebilecek en cazibesiz konu herhalde; bu da ilginç, çünkü menopoz hâlâ bir tür tabu kırıntısına sahip olan pek az konudan biri. Menopozdan ciddi bir biçimde söz etmek, genellikle huzursuz bir sessizlikle karşılanır; alaycı bir atıf ise rahatlamış kıkırdamalarla. Sessizlik ve kıkırdama;
Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı gözü, saçı ve kaşları siyah bir dünya güzeliydi. Annesinin memesinden ilk sütü emdikten sonra, bir daha emmedi. Yiyecek istedi, lakırdı etmeğe başladı. Kırk günde
büyüdü: dolaşıp oynuyordu. Oğuz’un ayakları öküze, vücudu kurda, göğsü ayıya benzerdi. Böğürleri kıllı idi. At sürüsü güder, beygire