“Dünya, dünya olmazdan evvel uzayda bir su damlasıydı. O arada ne olduysa, sonradan dünya oldu. Üzerinde bir takım canlılar belirdi. Orada burada gezindiler. Öyle hallere girip çıktılar ki dünya buza kesti, “Ne yapıyorum ben?“ diye düşündü. Sorusuna cevap bulamayınca eridi. Ortalığı sular bastı, seller götürdü. Buz devri ademleri manzaraya bakıp ‘Bu işin … çıktı’ dediler. Bir gemi yaptılar. Binip gemiye çekip gittiler. Gemi çift olanları aldı, fakat tek olanları geride bıraktı. Geride kalanlar, ‘yarım da bir bütündür’ dediler. Yarım ay şeklinde kayıklar yaptılar, binip kayıklara sağa sola kürek çektiler. Çeke çeke bir yere geldiler. Bir de baktılar ki yer gök saz deryası. ‘Biz buraya konalım’ dediler. Girip deryaya sazlardan ev bark, kap kaçak, iç çamaşırı yaptılar.
Bir gün içlerinden biri sazlıktan kamış keserken eli kaydı, nasıl olduysa kamışı farklı kesti. Kendisini sevk eden güç her ne ise, kamışın gövdesine delikler geldi. Kamış, ağzı burnu olan bir yaratığa benzeyince, merak etti, dudaklarına götürüp ‘üff’ledi. Nasıl bir ses çıktı ise kamıştan*, sesi duyanın fikriyatı değişti. Dünyaya başka gözlerle bakar oldular. O sırada çiftleri alıp giden gemi geri döndü. Zaten onlar da, ‘Bir iç sesim var, fakat benim değil, sadece bende tecelli ediyor’ diyen bir adamın peşinden gitmişlerdi. Neticede ses yoluna gitmişlerdi. Rivayete göre ne olduysa bundan sonra oldu…”
*bahsedilen kamıştan üfleme çalgı aleti: ney