Oysa bir âşık, sevgilinin ay mı, güneş mi olduğunu bilemese de, aklının bir oyunu mu, hayalinin bir çılgınlığı mı olduğunu kestiremese de, gözlerine her daim onun görüntüsü girdiği müddetçe âşık değil midir?
Zihni görmediği bir varlığın tutkusuyla meşgul olan kişi, düşünceleriyle baş başa kaldığında hayalinden ona şekiller çizer, kıyafetler giydirir, renk ve koku isnat eder, tavır biçer.
"Leyla hakkında ne biliyorsun? Bana Leyla'dan haber ver!"
Mecnun o anda baş aşağı yıkıldı, yola serilip kaldı. Sonra inler gibi mırıldandı:
"Bir kere daha Leyla de! Benden bir şeyler sorup durman beyhude. Madem Leyla diyorsun, soruna cevap olarak Leyla adı kâfi değil mi?
Bencileyin bir güzelin peşindeyken ayağına diken batsa o dikeni çıkarmak doğru olur mu? Eğer o dikeni çıkarırsan seninkine vefa derler mi? Sevgili yolunda ayağına diken batan âşık, onu elbisesine takılmış bir gül görmeli değil midir?
"Ey âşık!Neyin varsa getir!.."
“A ay yüzlü! Senin aşkınla ne suyum kaldı, ne kuyum.
Ne ciğerimde azıcık kan, ne geceleri gözümde uyku. Aşkın aklımı yağmaladıktan sonra her şeyim birer birer gitti. Şimdi sahip olduğum tek şey yaralı bir kuşa dönmüş canım. Senden bir emir bekliyorum. Ver dersen hemencecik vereyim. "
Bahr isen de katre-i naçiz göster kendini
Gönlüne gir ey gönül ol goncenin şeb-nem gibi
(Deniz gibi büyük ve haşmetli olsan da bir damla görünmelisin. Çünkü gülün kalbine girebilen o küçücük çiy damlasıdır; okyanus oraya sığmaz ki...)
'' Arifin her bir sözünü duymaya insan gerek
Bu cihanda sanma kim hayvan olan anlar bizi
Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi ''