Dışarıdan çok mu güçlü duruyorum? Acaba yenilmez bir vücudum ya da taştan bir kalbim mi var zannediyor bu insanlar ?
Öyle ya. Bir hayat vardı; şimdi de gidiyor... Gidiyor ve onu tutmak elimde değil... Evet. Ne diye kendimi aldatayım? Ölmekte olduğumu, benden başka herkes bilmiyor mu? Hafta, gün meselesi... Hatta belki de şimdi... Az önce ortalık aydınlıktı, şu anda karanlık... Buradayım. Birazdan oraya gideceğim! Nereye?
Sayfa 50 - PdfKitabı okuyor
Reklam
"Nereden esti? Sevdin mi peki?" diye arka arkaya iki soru sordu Zeynep Hanım. Alper, galip olduğunu düşünenlere özgü o evrensel tonlama ile yanıt verdi: "Ne seveceğim ya! Yarısını anlamadım zaten dede dede kelimeler anayasa hukukundaki gibi... Güya aşk romanı... Nuran mı Nalân mı bir kadın var herkes ona âşık o kimseye âşık filan
Sayfa 41 - Giriş, Çözdüm nihayet o büyük sırrıKitabı okudu
Epey önce de bir kuş konmuş tu ku ru ağacıma : uç tu mu bilmem. Du ru yor da ola bilir. Kim bilir?
Sayfa 10 - Metis Yay. 9. Baskı: Eylül 2012
İSA Poyraz abi sen hiç aşık oldun mu? POYRAZ Hayır ama bir kere omzumdan vuruldum. İSA İyi de ne alaka şimdi? POYRAZ İkisi de çok acı veriyor.
5.cilt
1245. Ebû Hureyre radıyallâhu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden biriniz unutarak bir şey yer veya içerse, orucunu tamamlasın. Çünkü onu Allah yedirmiş ve içirmiştir." Buhârî, Savm 26, Eymân 15; Müslim, Sıyâm 171. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sıyâm 39; Tirmizî, Savm 26; İbni Mâce, Sıyâm 15. Bir adam Hz. Ebû Hüreyre'ye gelir ve: - Oruç tutmak niyetiyle sabahleyin kalktım. Fakat oruçlu olduğumu unuturak yedim içtim. Ne dersiniz, orucum bozuldu mu? der. Ebû Hüreyre: - Hayır, hiç bir zararı yoktur, der. Adam: - Sonra birisinin yanına gitmiştim, getirilen yemeği unutarak yedim, der. Ebû Hüreyre yine: - Olsun, orucun bozulmaz, der. Adam tekrar: - Daha sonra bir başka arkadaşın yanına gitmiştim. Orada da  unutarak bir şeyler yedim, içtim, der. Bu defa Ebû Hüreyre: - Anlaşılan sen oruç tutma alışkanlığı olmayan birisin, der.
Reklam
İdeolojiyi kazı, altından tüm egosu ve bencilliği ile birey çıkıyor ama bunlar bireyi duydu mu haç görmüş vampir gibi... Anlamıyorlar. Devrimin de tanrının da hayali güzel. Hakikate dönüştü mü Stalin oluyor, siyasal İslam oluyor...
Sayfa 40 - Giriş, Çözdüm nihayet o büyük sırrıKitabı okudu
Bütün sır sevgide, yani gözün gibi bakmada, üzerine titremede, bir saatliğine bile olsa bir yere misafir gittiğinde yüreğinde sıkıntı hissetmede, acaba bir şey olur mu diye altüst olmada.
Sayfa 14 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 7.BasımKitabı okuyor
"Kişilerarası ilişkileri bir kenara bırakıp fikri tartışmak imkânsız. Nerede Habermas'ın kamusal alanı nerede bizim salon? Fikirlere yön veren ilişkilerimiz, çıkarımız, beklentimiz... Hatta kişi, çıkarı gereği biriyle ters düşmemek için, inandığının tam zıddını dahi savunabiliyor. Kişinin ne söylediğini ekmeğini nereden kazandığı belirliyor... Ekmeğini? Her türlü ekmeğini... Maddi manevi... Ama bu sadece ne söylediğimizi belirler, ne düşündüğümüzü, gerçekte neye inandığımızı değil. Sen de yapıyorsun, yapmıyor musun? Yapıyorum." Öfkesi her daim kınını kesen bir kılıç gibi kendisine yöneliyordu düşündükçe. "Hani susacaktım, tartışmayacaktım artık? Hemen gaza geliyorum. Bunlarla tartışılır mı? Yobaz! Dayımdan ne farkı var bunların? Devrimi onun hidayeti arzuladığı gibi arzuluyorlar. Bunların inancının da ritüelleri, bayramları, şehitleri var... Babam bir şeye inanmıyor. Lakin o da öteki uçtaki benzerinden farksız. İnanmadığı halde inancı gündelik yaşamında kullanıp bir kimlik ve güç elde edenlerden... İdeolojiyi kazı, altından tüm egosu ve bencilliği ile birey çıkıyor ama bunlar bireyi duydu mu haç görmüş vampir gibi... Anlamıyorlar. Devrimin de tanrının da hayali güzel. Hakikate dönüştü mü Stalin oluyor, siyasal İslam oluyor..."
Sayfa 39 - Giriş, Çözdüm nihayet o büyük sırrıKitabı okudu
"Sende gördüğümü görecekler diye, ödüm kopuyor... hep aklıma geliyorsun, bak gördün mü? senin de gidecek, başka bir yerin yok... kaçmak istedikçe sana yakalanıyorum söndürmek istedikçe sana yanıyorum... yenildim işte ama yine de seni seviyorum..."
Reklam
İnsanlar artık özgür değiller. Özgür olamadıkları gibi, daha büyük ya da daha iyi de değiller. Keşke hepsi bu kadar olsa. Bu şehir bir hapishane. Bütün şehirler gibi. Anahtar servet sahiplerinin elinde. Sayısız insan, beşikten mezara kadar sadece çalışıyor. Bu doğru mu? Hep böyle mi olacak bu? Evet, maalesef sizin zamanınızda olduğundan çok daha kötü her şey. Sadece acı ve keder var bizim hayatımızda. Tanık olduğunuz sığ zevklerle dolu hayatın az ötesinde korkunç bir perişanlık var. Sefalet! Yoksulluk! Evet. Acı çeken yoksullar var.
"Hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir karış toprak, bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden; cezaevlerinde ruhları kemirile kemirile eriyip gidenlerden; doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanlarin benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?"
Sayfa 59 - YKYKitabı okuyor
Ah o eller.. tuttuğunun nereye bile demeden bir ömür yürüyeceği eller..
Veda Haccı'ndan önceki süreçte bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) sabah namazının ardından cemaate dönerek, “Ey Muhacirûn ve Ensâr topluluğu! Hanginiz Yemende görevlendirilmek ister?" diye sordu. Hz. Ömer (r.a) kalkarak "Ben isterim ey Allah'ın Resûlü" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v) herhangi bir karşılık vermedi. Ardından aynı soruyu tekrarladı. Bu defa Mu'âz b. Cebel ayağa kalkarak "Ben isterim ey Allah'ın Resûlü" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v), "Bu görev senindir” buyurdu. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisini Yemen'e gönderme kararını açıkladıktan ve oradaki görevini zikrettikten sonra şöyle buyurmuştu: “Umulur ki Allah senin bu sıkıntını giderir. " Mu'âz b. Cebel sonrasını şöyle anlatıyor: "Gidip yol hazırlığı yaptım. Sonra da Hz. Peygamber (s.a.v) bana izin verene kadar mescidin kapısında bekledim. Sonra elimi tuttu ve benimle birlikte yürüdü..."
Sayfa 57
İşte tebliğ, irşad.. Biz istiyoruz meclisler anında dolsun!
Hicretin 10. senesinde (631) Hz. Peygamber (s.a.v), önce Hâlid b. el-Velîd (21/642) ile el-Berâ b. Azib'i, onlar 6 ay sonra döndüklerinde aynı sene içinde Hz. Ali'yi Hemdân'a mübelliğ ve muallim olarak gönderdi. Hz. Ali, ikindi vakti San'a'nın büyük meydanında halka namaz kıldırdığında arkasında tek bir saf vardı. Hz. Ali'nin burada yürüttüğü davet çalışması sonucunda bütün Hemdân kabileleri Müslüman oldu.
Sayfa 53
Şimdi bir kahvehanede var 20 tane müctehid(!)
Yine Sahâbe'den Sehl b. Ebî Hasme (41/661 civarı) şöyle demiştir: "Resûlullah (s.a.v) hayattayken fetva verenler Muhacirûn'dan 3 kişi: Ömer, Osmân ve Ali; Ensâr'dan da 3 kişi idi: Übeyy b. Ka'b, Mu'âz b. Cebel ve Zeyd b. Sabit" (r.anhum ecmaîn). … Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiğinde ictihad seviyesine ulaşmış olan sahâbîlerin sayısının 20'den fazla olmadığını söyleyen İbnu'l-Hümâm'ın (861/1457) bu tespitinin de İbnu'l-Cevzî'nin söylediğine(14 sahabi adı vermiştir) çok aykırı düşmediği söylenebilir.
Sayfa 42
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.