Başını öne eğip gitmeye mecbur kalmak ne demek sen bilemezsin. Ben anlatıyım sana. Başını öne eğip gitmeye mecbur kaldığında eksikleşiyorsun. İçinde biriktirdiğin bütün nefret, içinde kalmaya devam ediyor. Doluyorsun. Bağırmak çağırmak istiyorsun, yıkmak, parçalamak, kırmak, dökmek istiyorsun. Ama elinden gelmiyor. Öyle güçsüz kalıyorsun ki, öyle bir boşluğa düşüyorsun ki, önüne eğip gittiğin başını birdaha kaldıramıyorsun. Hem kaldırsan neyi görmek isteyecek ki gözlerin ? Kırgınlığına bakabiliyorsun sadece, daha fazlasına bakmak istersen de kör oluyorsun. En iyisi başın eğdiğinle kalsın. Kalsın ki; acını görmesinler. Varsın seni utangaç, çekingen görsünler. Acılarını görüp "gerçekten buna mı kırıldın?" demelerinden iyidir. Aynısını yaşamayanlar anlamıyorlar. Yaşarken ölmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Oysa çok gece yaşarken ölüp ölüp dirildim sabahına hiç kimsenin umrunda olmadı. Acıdan kıvransamda, kırılacak bir yerim kalmasa da yüzemdeki o gülüşü asla ama asla eksik etmeyeceğim.