Bir gece kötü bir rüya gördükten sonra karar vermiştim roman yazmaya. Rüyamda doğduğum şehir, kış,kar,iç savaş vardı...Önümden sessiz bir kar fırtınası geçiyordu, sonra eski, muhteşem bir piyano çıktı ortaya, etrafında artık hayatta olmayan insanlar duruyordu.
'Ölüler'i bir kez daha okudum. İçim yine kederle dolup taştı. Ağlamak istemedim, aşinayım ne de olsa Gabriel'in hikâyesine, ama yok, son sayfalarda yine ağlıyordum usul usul, ağlıyordum ve gözlerimin gerisinde hareket ediyordu bütün hayallerim, aynen Gretta'nın Michael Furey'i hatırlaması gibi, ve aynen içinin acısıyla kendini bırakışı gibi, ben
Bütün bina uykuya dalmıştı. Pencereden dışarıya bir göz attım. Beş katlı binanın tek bir penceresinde bile ışık yoktu. O an kafama dank etti... Bu aslında bir ev değil, kapkara hareketsiz gökyüzünün altında süzülen çok katlı bir gemiydi.
Yalnızlık içinde düşlerime dalmak için her zaman bu dar geçitte oyalanırdım. Bunu gerçekleştirmekte kolaydı, çünkü yolu bu sahneler arasındaki dar geçite düşmüş ve bana doğru yürüyen birisi ile çok nadir karşılaşırdım; geçebilmek için yan tarafımızı dönmek zorunda kalırdık.
Okuduğum kitap 1969 1.baskı öncelikle belirteyim. Kahramanımız Maksudov, Nakliyat gazetesinde redaktör olarak çalışırken tek göz evinde, onca dağınıklığın içinde bir roman yazıyor ve edebiyattan anlayan arkadaşlarına romanı okutur...Yazarların da olduğu bir partiye davet ediliyor, orada romanı inceleenir. Kitabının kuruldan asla geçemeyeceği yayımlanamayacağını birçok kez söylerler, dilinin zayıf olduğu, aşırı iğneleyici şeyler yazdığı falan söyleniyor, beğenmiyorlar romanı ama aslında ama işin gerçeği pek beğeniyorlar. Kıskançlık işte. Adam yıkılıyor, arkadaşının silahını çalıp intihar etmek üzere eve geliyor.... Veee sonradınıda okumak isteyen okurlara bırakıyorum.