📌 "Yaşamak acı çekmektir ve hayatta kalmak acıda bir anlam bulmaktır."
Viktor E. Frankl (1905-1997) Avusturyalı psikiyatr, logoterapi kuramının kurucusu.
Yaşamının 3 yılını Nazi Almanya'sında, toplama kamplarında geçirmiş; annesini babasını, kardeşini, karısını orada kaybetmiş. Toplama kamplarından sağ kurtulabilen sayılı azınlıktan biri ve kurulduktan sonra 9 gün içinde İnsanın Anlam Arayışı kitabını yazmış.
Okuduğumda olağanüstü etkilendim ve detaylı bir videosunu hazırladım.
youtu.be/dBq1DNhjDzY
YouTube: Klasik Okur
🌤️ İyi pazarlar, iyi seyirler.
Psikiyatr Engin Geçtan, yaklaşık 35 yıl önce kaleme aldığı bu kitabında adeta tüm insanlığın falına bakmış. Böylesine bilimsel alt yapısı olan bir eser için 'fal' benzetmesi yapmamı yadırgayacak olanlara baştan söyleyim ki, bu tabiri özellikle kullandım. Çünkü Geçtan'ın kitabında anlattıklarının yüzde birini bir falcı karşımıza oturup anlatsa,
Müslüman ve müstakbel bir psikiyatr olarak muayenemin gereği olmadıkça sosyal hayatımda namahremin elini tutmuyorum, yani tokalaşmıyorum. İçinde bulunduğum camiada, ülkede ve hatta galakside zaman zaman garipsenen bir durum. Bu devirde... Garipseyen ve temkinli bakışların yanında bazen öfke duygusu da yakalıyorum muhatabımda. "İslam adlı azılı suçluyu" kalp ve vicdan hapisanesinden salıvermiş, elini kolunu sallayarak gezmesine, gülmesine, eğlenmesine, özgürce nefes almasına izin vermiş olmak kabahatim. Alternatif ana akım oluşturmaya cüret etmek ve hatırlatmak... Sanırım. Benim omuzlarımın üstüne alıp şerefle gezdirdiğim kız çocuğunu sen toprağa gömmüşsen bu benim meselem değil ki.
Yapamıyorum. Bütün değerlerinden soyunmuş bir jelibon olamıyorum. Burnuma kötü kokular geliyor. Onların kendi değerlerine bürünmeleri veya benim onların değerlerine bürünmem yan/yük/yargı olmuyorken, tarafsızlığa halel getirmiyorken benim kendi değerlerimi kuşanmam neden kılıç kuşanmışım gibi karşılanıyor. Bir japonun uzatılan eli reddedip ellerini kavuşturarak eğilmesi güzel bir gelenekken, benim belimin eğilmemesi mi kabahatim, bilmiyorum.
Şansımı zorluyorum. Allah'ın güzel selamını kahve gediklilerine, hastalara, yoksullara, garibanlara bırakmıyorum. Mirastan payımın peşine düşüyorum. Gün boyu tebessüm sadakası dağıtıyorum. Hazine sandığı değil unutulan sünnet avına çıkıyorum.
Kendi halimde bir derdim vaaaar... Nasıl anlatsam kibar kibaaar... Herkes benim gibi olsun diye bir derdim yok.
Ve andolsun, hiçbir kınayıcının kınamasından da bir korkum yok.
Yazarın insanı güzel anladığını düşünüyorum.Ateşin içinden konuşan bir insanın, bilgece öğütleri ve tespitleriyle karşılaşıyorsunuz.Kitabın iki önemli bölümden meydana geldiğini görüyoruz. Yazarın hayatını anlatması kitabın birinci bölümü. İkinci bölüm ise logoterapi yani anlam üzerinden terapi. Freud'un psikanaliz yaklaşımının bence daha
"Bir insanı sevmek, onun gerçeklerini anlamaya çalışmayı da içerir."
Diyor psikiyatr-yazar
Engin Geçtan . Başka bir satırda ise:
"Kendisine değer vermeyen insan başkalarının duygusal ihtiyaçlarını da algılayamaz." diyor.
Yani çevremizdeki insanları anlayabilmek, onları gerçek anlamda sevebilmek için önce kendimizi sevmek ve
İncelemeye başlamadan önce başlıkta da belirttiğim gibi; konu seçimi yaparken Psikoloji kelimesi yoktu. Kitap da günümüzün nesli, koca bir nesilden bahsetmektedir. Bu yüzden okuyup paylaşmanızı istiyorum. Maksat konu seçimine Sosyoloji-Psikoloji alanı da eklensin. Neden eklenmediği hâlâ zihnimde bir muamma. Felsefe var da neden Sosyoloji ve
Sosyoloji profesörü Diana Scully, on yıl süren araştırma ve inceleme çalışmaları neticesinde bu kitabı topluma kazandırmıştır. Kendisi bu süreçte tutuklu tecavüzcüler ile ilgili araştırmalarda, Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü'nün Tecavüzü Denetleme ve Önleme Ulusal Merkezi tarafından desteklenmiştir. Bu merkez ABD'de 1975 senesinde kurulmuştur.
ÖNSÖZ
Sevgili erkek okurlar, yazdıklarımı lütfen yanlış anlamayın. Ben okuduğum kitapları sizlere tanıtarak, kadınların yaşadığı şiddeti anlamanızı istiyorum sadece. Her erkek böyledir demiyorum, ama böyle erkeklerin de var olduğunu hepimiz biliyoruz. Ben, bu erkekleri size anlatmaya çalışıyorum sadece. Daha önceki incelemelerimde yazdıklarımla
Roma İmparatoru ve filozof Marcus Aurelius, “Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok,” diye yazmış. İşte ünlü psikiyatr Irvin Yalom da bu sonsuz varoluşun küçük bir parçasını işgal eden günübirlik hayatları, yani bizi yazıyor… Yalom yıllarca üzerinde çalıştığı bu kısa hikâyelerde hastalarının mücadelelerini konu ettiği kadar kendi sarsıntılarını da anlatıyor ve iki önemli sorunun üzerine gidiyor: Kısa da olsa nasıl anlamlı bir yaşam sürüp her günün tadına varabiliriz? Ve kaçınılmaz son olan ölüm gerçekten ne ifade ediyor?
Öfke sorunu yaşayan bir kadın, her istediğine sahip ancak bir türlü mutlu olmayı bilmeyen bir iş adamı, insanın bu dünyadaki konumu üzerine düşünen ve bir yandan da kendi acısıyla başa çıkmaya çalışan yeni mezun bir psikolog… Irvin Yalom’un gerçek psikoterapi seanslarından derlediği bu hikâyeler, zorlukları ve tatlı anlarıyla yaşamı bir bütün olarak kabullenmeyi öğretirken aynı sayfaya her baktığınızda farklı şeyler görebileceğiniz bir başucu kitabı olduğunu kanıtlıyor. “Hepimiz bu hayatta bizi anlayacak birilerine ihtiyaç duyuyoruz, ancak öncesinde farkına varmamız gereken birçok şey var. Günübirlik Hayatlar kendimizi, insanları ve dünyayı anlamamız için bize lekesiz bir ayna tutuyor.”
ABD'de psikiyatr olarak çalışan Kemal Sağduyu'nun mesajı da bu yönde:
"Vakti olmayan aileler hem çocukları başlarından savmak istiyor, hem de evde veremedikleri eğitimi mucizevi bir şekilde okulun vermesini bekliyor. Böyle olunca öğretmen, sözünü dinlemeyen her öğrenciyi psikiyatra sevk ediyor. İş yükü çok artan psikiyatr da bir iki test yapıp ilaç başlatıyor. İlaç firmaları da reklamlarda, hiperaktif çocukların psikiyatra görünmesini teşvik ediyor. Çark böyle dönüp gidiyor."
Geçmişimizi değiştirmek elimizde değildir ama geleceğimizi de etkileyen, yön veren bugünümüzü değiştirmek bizim elimizdedir, yeter ki buna inanın...
Kitabı elimden bıraktım ve şöyle bir geriye baktım. Bütün bu yaşadıklarım ne içindi? Doğduğum günden beri akan gözyaşları, sevinçten ayaklarımın kesildiği o zaman dilimi ya da ne bileyim canımı yakan
Sebastian Fitzek / Paket
Okuyucunun algısıyla ustaca oynayarak onu sürekli gerçek mi hayal mi çizgisinde gezdiren, yaşananlardan finale kadar emin olamadığınız ve temposu hiç dinmeyen bir kitap #Paket .
Korkularımızın gerçekleri görmemize engel olduğunu enfes bir kurgu ile anlatmış yazar. Hiçbir şeyden tam olarak emin olmanıza izin vermediği gibi küçük detaylar ile sizi yönlendiren ama her seferinde şüphe duymanızı sağalayan ve başka bir detay ile kafanızı karıştıran bir akışı var. Gerilimden çok psikolojik yönünün ağır bastığını düşünüyorum. Akıcı olmasına rağmen çok fazla ayrıntı olduğu için beyin yakan bir tarzda okuma vadediyor. Öyle güzel bir final yapmış ki biter bitmez yazarın diğer kitaplarını merak ediyor insan.
Problemli bir ailede sevgi açlığı çekerek büyümüştü Emma. Özellikle babasından talep ettiği ilgi “Hemen defol! Yoksa canını acıtırım” sözleriyle sonlandıkça, küçücük kalbi hep kırılarak büyüdü. Halbuki tek isteği, dolabındaki kasklı adamın artık odasına gelmemesiydi.
Büyümüş, evlenmiş ve yaşadıkları onu psikiyatr olmaya itmişti. Bir gün evine gelen postacının, komşusunu evde bulamadığı için ona bıraktığı paket ile tüm hayatı değişmiş ve bütün kabusları geri gelmişti.
Cinayetler, ihanetler ve psikolojik gelgitleriyle herkesten şüphe duyacak ve olayların ne kadarının gerçek olduğunu finale kadar anlamakta zorluk yaşayacaksınız.
Keyifli okumalar…