Ey beyti mamur! Eşin benzerin yok şu koca cihanda. Seni hatırlatan bir ses, bir renk, bir nağme, bir ahenk alır götürür insanı uzaklara. Kutlu bir hayalin aksi dolar geceyi aydınlatan rüyalara.
Uzaydaki maddelerin oranını Fraunhofer’in bulduğu “Fraunhofer çizgileri” sayesinde saptamaktayız. Işığın kırılarak renk spektrumunda ayrıştırılması Newton’dan beri bilinir. Fraunhofer, renk spektrumundaki gökkuşağının içinde çok sayıda çizgi gördü; bunların bir kısmı koyu renkli çizgiler, bir kısmıysa açık renkli çizgilerdi. Bunlara neyin sebep olduğunu çözemedi, fakat her elementin çıkardığı çizgilerin farklı olduğunu gördü. Fraunhofer, 1816 yılındaki çalışmalarında bu bulguların önemini kavrayamasa da; ondan sonra 1880 yılında William Huggins bu çizgilerin, elementlerin adeta parmak izi olduğunu keşfetti.
Işıkla gelen bu parmak izini inceleyerek ışığın kaynağında ne olduğunu anlayabiliriz. Böylelikle Güneş’in ve yıldızların birbirlerinden farklı yapıda olmadıkları anlaşıldı. Hepsi de temelde hidrojenden ve helyumdan
"Kendine huzurlu evler inşa edebilmiş olan insanlar asla birilerinin evi olmak istemezdi"..
Bu cümle bile kitabı anlatmaya yetiyor bence. Yazar ile ilk bu kitapla tanışmış oldum ve kitabın beni bu kadar etkileyeceğini, bu kadar içine alacağını, sorgutalacağını, bir çok duyguyu aynı anda yaşatacağını düşünmemiştim aslında. Çünkü
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
İnsanın değerinin sadece insan oluşundan geldiği; din, milliyet, cinsiyet, renk, cinsel tercih, siyaset gibi birtakım ön sıfatlarla ayrımcılığa uğratılmadığı bir hümanizm anlayışı olmalıydı.
Vitrinler vardı, vitrinlere konulmuş lüks eşya vardı, renk renk kumaşlar, insanların kendilerini seyretmesi için yapılmış aynalar vardı, bütün konfor vardı. İnsanlar keyifsizdi, ama doğuştan öyleydiler. Niçin dövüşeceklerdi? İstedikleri bir şey yoktu ki, her şeyleri vardı!
Her yalan zamanla gerçeğe dönüşürdü ve her gerçek zamanla bir yalan uğruna hiç olurdu.
Bu yaşıma kadar söylediğim ya da söylemek zorunda kaldığım bütün yalanlarım gerçekleşmişti. Gerçeklerim ise yalanlarımın altında ezilmiş, beni hiçliğine feda etmişti.
Yalanların ve gerçeklerin zaman geçtikçe birbirlerine dönüşme gibi huyları vardı. Karışırlardı, renklerini verirlerdi, zaman onları tek bir renge dönüştürürdü ve o renk, hangisine inanmamız gerektiğini bizden gizlerdi.
"Bazen bütün gün metroyla gezip onlara bakıyorum, onları dinliyorum. Kim olduklarını, ne istediklerini ve nereye gittiklerini öğrenmek istiyorum sadece Bazen Eglence Parklarına gidip jet arabalarına bindiğim bile oluyor, gece yarısı şehir sınırında yarıştıklarında... sigortalı oldukları surece polisin umurunda olmuyor. Bazen metrolarda gizlice kulak kabartıyorum. Veya gazoz makinelerinin başındayken kulak kabartıyorum ve biliyor musun?"
"Neyi?"
"İnsanlar hiçbir şeyden bahsetmiyor."
"Ah, bir şeylerden bahsediyorlardır mutlaka."
"Hayır, hiçbir şeyden bahsetmiyorlar. Genellikle bir suru araba veya giysi markası ya da yuzme havuzu firması sayıp, ne guzel diyorlar! Ama hepsi aynı şeyi söylüyor ve kimse kimseden farklı bir şey söylemiyor.
Kafelerde de genellikle espri makineleri çalıştırılıyor ve genellikle aynı espriler yapılıyor veya muzik duvarının ışıkları yakılıyor ve bütün o renkli desenler inip çıkıyor, ama bunlar sadece renk ve tamamen soyut. Müzelerde de... müzeye gittin mi hiç?Tamamen soyut Artık sadece bu var. Amcamın dediğine göre bir zamanlar durum farklıymış. Çok eskiden bazen fotoğraflar bir şeyler söylermiş hatta insanları gösterdikleri bile olurmuş."
Bu gün Bursa Yeşil Türbeyi Gezdik , Siz 1k Ailesi ile paylaşmak istedim Yeşil Türbe ile ilgili manzaraları
Kemal Kartal
***
Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana
Yalnızca ruhlarımız idrak edebilir zarafeti ve onunla yaşayıp gelişebilir. Kafalarımızı kurcalar; sözcüklerle tarif edemeyiz; o gözlerimizin göremediği, hem bakan kişinin hem de bakılan kişinin derinliklerinden çıkıp bir çiçeğe renk ve ıtır veren hayat gibi mukaddes ruhların en mukaddesinden yayılan ve bedeni nurla kaplayan bir ışıktır o
Meftune hayatımın ele avuca sığmaz çocuğu
Hangi renklerin karışımısın tualimde
Hangi renk skalasında buldum seni bilemiyorum
Misketlerinle kurduğun oyunun başrolü oldum
İşlerin yürümediği bir tutulmanın kalbinde yaşıyorum
İçimde kendimle bile denk gelemiyorum bazen
Düzlem ve boyut farketmeksizin kendimi sınırlandıramıyorum
Unutmak isteğim kareleri üflüyor
Yeni heyecanlara çeltik atıyorum
Teyakkuz hali ne zamana kadar sürer bilemiyorum
Bir kırılmanın yaşanması an meselesi
Kesişen doğrular altüst etmeli var olan düzeni
Vakit güzelliklerin gün yüzüne çıkma vakti
Haydi ihtimalleri artıralım!
1/10/2023
Pınar PEKĞÖZ