Kendilerini derecesiz bir zekâ ve kabiliyete sahip sayan arkadaşların arasında, mukaddes ve mağrur bir aptallığa sırtımı vererek yaşıyor ve sırf bununla mühim bir şey yaptığımı sanıyordum. Ne gayem, ne düşüncem vardı. Zekâm bütün kuvvetini, içinde bulunduğu âna sarf ediyordu. Yerinde bir cevap, keskin bir nükte bütün hakikatlere bedeldi. Böyle günübirlik bir fikir hayatının tabii bir neticesi olarak tezatlara, manasızlıklara, hatta edepsizliklere düşüyordum. İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...
Sayfa 249Kitabı okudu
"Demek insanoğlu yerimizi bir kez daha buldu. Bu demektir ki, bize artık rahat yüzü göstermeyecek." Camsap hemen atıldı, dedi: "Beni kuyuda bir başıma bırakan, yazgıma terk eden arkadaşlarımdan söz ediyorsanız eğer, onlardan çekinmeniz için hiç bir neden yok. Onların en çok unutmak isteyecekleri şey, o kuyu, o kuyuda ölüme terk
Sayfa 35
Reklam
"Onu gördüğünde, benim için bir şey yapmanı istiyorum." "Ne?" "Ona, sana bir daha dokunamazsa ölecekmiş gibi hissedip hissetmediğini sor." "Neden ona bunu sorayım?" "Çünkü öyle hisseden başka bir adam var."
Aslında her şey öyle değil miydi? Her şeyi karanlıkta daha iyi anlayıp tanıyorduk. Bana kalırsa insan en çok böyle bir gece yarısında sevebilirdi.
Sayfa 293 - Ejderha-YıldızKitabı okudu
Doğru mu? İyi mi? Acıklı mı?
Hayatın kıyısında, kendine çok küçük bir yer tutarak yaşamaya çalışıyordu, küçücük bir yer, hayatta kalmak için. Sonuçta amaç iyi yaşamak mıydı? İyi yaşayan mı kârlıydı? İyi yaşamak, hayattan daha fazla tat almak için her şey yapılabilir miydi? Yoksa sıkıntılı olsa da değerlerine titizlenilen bir hayat mıydı doğru olan?
Onu kaybettim. Benden nefret ediyor O benden nefret ediyor, ben de onu kovuyorum. Onu bir daha asla göremeyebilirim ve bu tamamen benim suçum. Bu defter ondan bana kalan tek şey olabilir.
Sayfa 48 - Beni yıkKitabı okuyor
Reklam
İnsandan ve bütün canlılardan iğreniyorum. Kendimdense nefret etmekten yoruldum ve bu konuda hiçbir şey hissetmiyorum. Oksijenle alışverişi olan her yaratık midemi bulandırıyor. Gözkapaklarımı derime kaynak makinesi ile yapıştırmak istiyorum. Bir canlı daha görmemek için! Ellerimden, ayaklarımdan korkuyorum. Kalabalıklardan korkuyorum. Tek isteğim bütün düşündüklerimi içinde barındıran beynimi bedenimden yırtıp uzay boşluğuna fırlatmak. Bedenim olmadan, sadece ve sadece var olduğumu bana hatırlatacak olan zihnimin uçmasını istiyorum. Buna ruh diyenler de var. İlgilenmiyorum isimlerle. Sadece hiçliğin içinde bedensiz bir zihin olmak istiyorum. Sadece bir düşünce olarak var olmak! Tek aklıma gelen bu, yaşama acımdan kurtulmak için. Sonsuz hiçlikte yüzen bir düşünce. O kadar! Ölmek mi gerek bunun için? Belki evet, belki hayır. Ölünce tamamen yok olma ihtimali de var. Düşüncenin de, zihninde gömülüp çürüme ihtimali. Onun için ben hâlâ nefes alıp verebiliyorken gerçekleştireceğim zihnimi yok etmeyi. Bedenim yokmuş ve üzerinde durduğum dünya sonsuz bir hiçlikmiş gibi var olacağım… Sadece bir zihin. Çevresinde de yiyen, yediklerini boşaltan, uyuyan bir et!
"Her şeyin yoluna girip girmeyeceğini bilemem. Girmeyebilir de. Şu anda en dipte olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz ve bir gün yukarı baktığınızda, her şeyin çok daha kötüye gittiğini fark etmeniz de mümkün." Bakışlarımı ellerime çevirdim; kız kardeşim ailemizin garajında kendini astıktan sonra bu ellerle onu ipten almıştım. "Sabahları yataktan kalkarken elinizde böyle bir güvence olmayabilir. Yapmanız gereken tek şey, bir denge tutturup yeni bir başlangıç noktası belirlemek. Hayatınızda geriye kalan sevgiyi bulup ona sıkıca tutunun. Bir gün, her şey daha az belirsiz ve daha az sıkıcı olacak. Bir gün, bir hayatınız olduğunu yeniden fark edebilirsiniz. Sizi mutlu eden bir hayatın olduğunu."
Ahmet Haşim..
Yusuf Ziya Ortaç anlatıyor: “Onu bir gün, evinden alıp Alman Hastanesi’ne götürdük. Yatağından çıkmış, giyinmeye gitmişti. Yarım saat geçmiş, gelmemişti bir türlü. Merak ile odaları dolaştık, yok. Bir de baktık ki mutfakta: Akşamdan kalma domatesli pilav tenceresini kaşıklıyor! ‘Haşim... Ne yapıyorsun Haşim?’ diye üstüne atılınca mahzun mahzun boynunu bükmüştü: ‘Bırak Yusuf Ziya, nasıl olsa hastanede tuzsuz kabak haşlamasından başka bir şey yedirmeyecekler!’ Sonra acı acı gülmüştü: ‘Ve nasıl olsa öleceğim, bari ağız tadıyla öleyim!’ Doğru çıktı dediği. Bir aylık perhizden ve tedaviden sonra evine daha yorgun, daha perişan döndü. İlk işi, kendisine şefkatle bakan tek kadınla evlenmek oldu. Ölüm döşeğinde kıyılan bu nikâhtan sonra: ‘Ooooh, dedi, şimdi bahtiyarım, ben de arkamda göz leri yaşlı bir dul bırakacağım!’ “
senin hayatının beni gülünç vaziyete düşürmesinden korkuyorum.Sen de küçük zevkle­rin için beni bu kadar küçültme.Küçültüyorsun demiyorum ama küçültebilirsin.Fakat o zaman, emin ol ki, kaybedeceğin şey daha büyüktür.Bu ben değilim. Sadece sana karşı olan hissim,sana bu kadar bağlı bir insanı,seni deli gibi seven bir insanı mühimsemezsen herhalde hata edersin.Resimler­ de, sözlerde, hatıralarda, kokularda, renklerde, her şeyde seni arıyorum. Yattığım vakitler yalnız seni düşünüyorum. Bütün­ bunları sen benim söylememe hacet kalmadan bilmeliydin.Bana,benden hiçbir şey işitmeden inanmalıydın.
Reklam
Bazen ben onu dünyadaki her şeyden daha fazla severken ve kendimi ona adamışken, sadece onu düşünüp, başka hiçbir şey istemezken, onun nasıl olup da bir başkasını sevebildiğini, buna nasıl cüret ettiğini anlayamıyorum.
Son derece zeki, her şeyi seviyeli bir bakış açısından gören, kimse hakkında kötü bir söz söylemeyen bir kadın, son derece önemli mektuplarınızı kendisine rahatlıkla teslim edebileceğinizi kendi söylediği halde cebinde unutur, çok önemli bir randevuyu kaçırmanıza sebep olur ve bir özür bile dilemeden gülümser; çünkü saatten hiçbir zaman haberi
Sayfa 284Kitabı okudu
...Bir anlığa belə gözümü ondan çəkə bilmirdim. Bu dəqiqə zalda mənim gözümə daha heç nə görünmürdü, hər şey mənə solğun, tutqun, dumanlı gəlirdi, qarşımdakı sifətin alovlu şöləsi ilə müqayisədə hər tərəf, elə bil, zülmətə qərq olmuşdu. Mən başqalarının burada olmasını unudub, bəlkə də, düz bir saat bu insana tamaşa etdim, onun hər bir hərəkətinə göz qoydum.
"Halbuki incitmek diye bir şey yoktur. Kim, her ne yaparsa yapsın, sizi incitemez. Siz merkezinizden uzaklaşmış olduğunuz için incinirsiniz. Katılaştığınız için çabuk kırılırsınız. Tabi ki herkesin kırgınlık seviyesi farklıdır. Kimi hakarete uğradığında incinir belki, kimi kilo almışsın dendiğinde incinir. Kimi aldatıldığında bile yaralanmaz, kimi geciken bir telefon yüzünden bile yaralanır. Bütün bunlar merkezinizden ne kadar uzaklaştığınızla ilgilidir. Ne kadar sert ve keskin bir kılıca dönüştüğünüze bağlıdır. En sert kılıçlar en hafif darbede kırılır. Mesele dışarıdan aldığınız darbelerle ilgili değildir, mesele tamamen sizin esnekliğinizle, merkezinizdeki duruşunuzla ilgilidir. O yüzden kırmak diye bir şey yoktur, kırılmak vardır. Siz esnek olmadığınız için, merkezinizden fazla uzaklaştığınız için kırılırsınız. Yaralanmak diye bir şey yoktur. Siz esnekliğinizi yitirdiğiniz için yaralanmaktasınızdır. Merkezinde duran, başkasının savaşına müdahil olmayan, esnek ve canlı bir insanın incinmesi, kırılması, yaralanması mümkün değildir. İnsan, incinmemek uğruna güçlü, sert, katı bir savaşçıya dönüştükçe daha fazla incinir, korunma kalkanları daha da korumasız kılar insanı. Gerçek gücünüzü dışarıdan edindiğiniz zırhlarınızdan değil, merkezinizdeki esneklikten alırsınız. Unutmayın, savaşın içinde olmamayı tercih eden, merkezinde sağlam durabilen insanı kimse yenemez."
Enfes acılıkta bi tokattı bu
Kölelik bu hayatın yasasıdır; başka kural da yoktur çünkü isyan etmenin de, kaçmanın da mümkün olmadığı, kayıtsız şartsız boyun eğilen yasa budur. Kimileri köle doğar, kimileri sonradan olur, kimileri ise köleleștirilir. Özgürlüğe olan korkakça sevgimiz (ansızın özgür kalsak, bu sefer de yepyeni bir sey olduğu için yadırgar, hemen kaçardık özgürlükten) köleliğin üzerimizdeki ağırlığını açıkça gösteriyor.Beni ele alalım; her șeydeki, yani kendimdeki tekdüzelikten kurtulmak uğruna bir kulübeye ya da mağaraya kaçmaya hazırım ama, kendi varlığımın bir özelliği olan tekdüzeliği gittiğim her yere taşıyacağımı bile bile, o kulübeye gitmeli miyim acaba? Var olduğum yerde, var olduğum için göğsüm sıkışırken ve bu hastalığın etrafimı saran șeylerden değil, ciğerlerimden kaynaklandığını bilirken,daha rahat nefes alabileceğim bir yer bulabilir miyim?
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.