Bitirdiğimde iyi ki okumuşum dediğim bir kitap.O kadar samimi yazmış ki sayfalar fark etmeden bitiyor.Onun anılarını yazarkenki üslubu sizi kitap içine daha çok çekecek. Geçmiş hakkında ve birçok önemli Türkiye konumuza da değiniyor. Kitabın ismi o kadar sıcak gelmişti ki...Gülümseten bir kitap olduğunu düşünmüştüm.Kimi zaman gülümsetmedi diyemem ama daha çok acıttı içimi.Gözlerim dolarak okudum kimi satırları,boğazım düğümlendi...Ölümün o karanlık kucağına düşen ve geride kalanların alışmaya çalıştıkları burukluklarına tanık oldum.Kitap bir dönem taşrada çalışmış bir hekimin anılarından oluşuyor,kalemi öyle acı ki canınız yanıyor ama yazdıkları burnunuzun dibindekiler.Masum bir köy çocuğunun anıları var kimi zaman,kitaplarla tutunuyor küçücük dünyasında.Bazen de Türkiye'nin yakın tarihinin çektirdiklerini anlatmış tüm çıplaklığıyla.Siyah beyaz fotoğraflar gibi hüzünlü..
Peri GazozuErcan Kesal · İletişim Yayınevi · 20193,930 okunma
Edep çiçeği: Ortasında siyah bir benek bulunan beyaz bir kır çiçeği [Halk arasında, çiçeğin ortasındaki siyahlığın dünyâda edep ve terbiye azaldıkça küçülmekte olduğuna ve âhir zamanda edep hayâ ortadan kalkınca çiçekte hiç siyahlık kalmayacağına inanılır ...
Üzerine kan bulaşmış kimliğin içinden kenarı hafifçe kırılmış küçük bir fotoğraf düştü masaya. Siyah, örgülü saçlarının arasından ürkekçe bakan küçük bir kız çocuğunun vesikalık resmi. Üzerinde siyah önlük ve beyaz yaka. Belli ki ilkokula kayıt için çektirilmiş bir vesikalık. Babası bir tanesini de cüzdanına yerleştirmiş. Şimdi sokakta arkadaşlarıyla, eve girmeden önceki son koşturmalarını yaşıyor, neşeli çığlıklar atarak. Ya da, annesinin yoksul dizine bıraktığı güzel başıyla çoktan uykuya varmış küçük bir kız. Henüz bilmiyor yetim olduğunu.
Aynı anda hem paranoid hem de iyimser olabilen bir zihniyeti sürdürmek zordur; çünkü, olayları siyah-beyaz görmek, nüansları kabul etmekten daha az çaba ister. Ayrıca uzun vadeli iyimserlikten yararlanacak kadar uzun süre ayakta kala bilmeniz için kısa vadeli paranoya gerekir.
''Siyah beyaz bir film başlıyor az sonra. Garip bir film. Bir adam var, boyacı. Bir kadının resmine aşık. Kadın, "ne yapacaksın resmimi, işte karşındayım, beni sev," diyor. Adam, "resminle arama girme," falan diyor... Sonra ikisi de ölüyorlar.”
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Allâh Teâlâ, Âdem’i yeryüzünün her tarafından aldığı bir tutam topraktan yaratmıştır. Bu sebeple Âdemoğullarının, o topraklara izafeten bir kısmı kırmızı, bir kısmı beyaz ve siyah, bir kısmı da bu renklerin karışımındaki bir renkte; bir kısmı yumuşak, bir kısmı sert, bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kötü huylu olarak (yâni muhtelif istîdâd, hususiyet ve karakterde dünyâya gelmiştir.”
(EbûDâvud, Sünnet, 16
Var edilmiş korkulardan ayrıl gereksiz sorgulardan
Siyah beyaz bir simayım haz etmem hiç dolgulardan
Kabulüm var sayın rahmi örtülmüş kadınlar
Ve okyanuslar derindi kaptansız öldü sandılar
”Hz.Amine, “Buyur Halime hatun,” dedi vakarla.
Serin elleriyle ellerimden tuttu. Çocuğundan önce anneye kalbim aktı. Bu ne kadar latif bir kadındı. Beni çocuğunun yanına götürdü. Ayından çok büyük gösterişli bir bebek. Üzerinde beyaz kumaştan bir giyecek, altında yeşil ipekten bir sergi vardı. Uyuyor. Yüzü ayın on dördü gibi parlak. Simsiyah dalgalı saçları taranmış bir şekilde yüzüne akmış. Uzun,siyah kirpikleri, ak süt gibi yüzünde inanılmaz bir güzellik oluşturmuş. Ömrümde ne böyle bir çocuk ne böyle bir anne görmüştüm. Büyülendim. Kendimden geçtim.
Âmine hanım şaşkınlığımı anladı. Asaletle gülümseyip dedi:
“Oğlum Muhammed (asm)…”