Manda “İşte her şeyin püf noktası da burada” diyor. “Biz istesek bile seni yiyemeyiz, çünkü hepimiz ot yiyen hayvanlarız. Siz insanlar, et yiyen vahşi yaratıkları, kurtları, çakalları yemiyorsunuz. Onlar sizin kardeşleriniz” diyor. “Sana bir soru sorabilir miyim?”
Yemiş olduğum hayvana bir borçluluk duygusu içinde “Sor lütfen!”
diyorum.
“Niye bizim gibi kimseye zararı olmayan, sadece otla beslenen hayvanları yiyorsunuz da et yiyenlere dokunmuyorsunuz? Aranızda bir anlaşma mı var? Avcı avcıya ilişmiyor mu? Kurt, çakal, kaplan, köpek, kedi niçin sofranıza gelmiyor?”
Önce itiraz etmek istiyorum ama düşününce anlıyorum ki haklı.
Tek umut: Uyumak ve gelecek kuşaklar onlara haklarını verene dek beklemek...
Bu taş kafalı, taş yürekli Neandertal adama ne cevap verebilirdi? Her dediğinin doğru olduğunu ama bir tek temel hata yaptığını mı? O, karşısında oturan adamın eski Rubashov olduğunu sanıyordu, oysa yalnızca gölgesini görmekteydi. Eninde sonunda gerçek şuydu ki
"Efendim - Profesör Dumbledore? Size bir şey sorabilir miyim?"
Dumbledore gülümsedi. "Tabii sordun ya zaten. Ama istersen bir şey daha sorabilirsin"
"Ayna'ya bakınca siz ne görüyorsunuz?"
"Ben mi? Elimde bir çift yün çorapla kendimi görüyorum,"
Harry boş boş baktı.
"İnsanın hiç yeteri kadar çorabı olmuyor, " dedi Dumbledore. "Bir Noel daha gelip geçti, bir yün çorap veren olmadı. Herkes bana kitap armağan ediyor."
Harry yatağına uzanınca, Dumbledore'un belki de doğruyu söylemediğini düşündü. Scabbers'ı yastığından iterken aklına geldi: Ona kişisel bir soru sormuştu herhalde.