Öğleden sonra
“Sevme” sözü de geniş bir söz. İnsan bir yemeği seviyor, bir rengi seviyor, bir kadını seviyor. Hele kadını sevmenin türlü bin çeşidi var.
Dostoyevski'nin Anna Karenina incelemesi!
Başlangıçta çok beğendim; başımı kaldıramıyordum; ayrıntılarına kadar bayağı hoşlanmıştım; ancak bütününde ilgim azaldı. Bunu bir yerlerde okumuşum gibi gelmişti bana, evet, hâlâ belleklerde tazeliğini koruyan, Kont Tolstoy'un Çocukluk ve Delikanlılık, Savaş ve Barış adlı yapıtlarında da aynı hava vardı. Konusu farklı olmakla birlikte Rus
Sayfa 701 - 702, 703, 704, 705, 706, 707, 708, 709, 710, 711, 712 Yapı Kredi Yayınları
Reklam
Yenilmiş çıkılan bir harpte esir düşen bir subaya harp ettiğini hatırlatmamalı… Artık ne değeri var? Yenisine başladık. Harp etmek eskiden erkekçe bir işmiş. Şimdi insanca bir iş… Kadınlar bizden daha iyi dövüşüyorlar. Miting yapıldığı zaman burada olup Sultanahmet Meydanı’nı görmeliydiniz. Siyah çarşaflı bir kadın kalabalığı, memleketin üzerinde bir an siyah bir bayrak gibi dalgalandı. Bazı hareketler, o hareketin şeflerine neden o kadar büyük değer verdirebiliyor, ben işte o gün anladım. Miting tepeden tırnağa kahramanlıktı. Belki Fransa’da, İngiltere’de aynı iş bu kadar dehşetli, güzel, bu kadar heybetli olmaz. Şefler, işte bu halk kahramanlığını temsil ettikleri için erişilmez görünüyorlar. Kişiliklerinde gülünç yönleri olsa bile… Benim muharebe edişimle, sizin Avrupa’da rahatça yaşamanız şimdi artık aynı şey… “Harpte değildim” diye hiç üzülmeyin. “Sultanahmet Mitingi’ni görmedim”diye üzülmelisiniz! Kadınlar, muhallebici dükkanlarında, tiyatrolarda kendileri için gerilen kafesleri, tramvaylarda, vapurlarda çekilen perdeleri bir yıkış yıktılar ki… O gün Nedime benden daha erkekti vallahi… O zamana kadar “Erkek işlerine aklım ermez” diyen bir kadın… Bu sözle biraz da övünen bir İstanbul hanımı… Şimdi buraya geldikçe bana mürekkepten, kağıttan, baskı fiyatlarından, bayi hesaplarından, dahası dünya siyasetinden söz ediyor.
Sayfa 128
Kendinden kaçmaya çalışma; başka biri olamazsın. Senin belli bir kaderin ve bireyselliğin var. Tıpkı her parmak izinin tek ve kendine özgü oluşu gibi – o parmak izi başka hiçbirinde olmadı ve olmayacak, sadece sana ait – varlığın için de aynı şey söz konusu. Tek ve kendine özgü bir varlığın var, karşılaştırılamaz; daha önce hiç olmadı, bir daha da hiç olmayacak, o sadece sende var. Kutla onu!
herkes gibi ben de bakıyor muyum görüyor muyum bordasına tutunmaya çalışıp geminin biliyorum aşkları var ama nasıl tarabya'da aşk ya da terman'da kuşkusuz bir sözcük bağlar bizi tarabya'da da terman'da da kendi gerçeğini bulan ermiş kuşkusuz doğruyu söylüyordu bulaştırmıyor hiç değilse gökyüzünü baktığı topraktan kurmuş
Sayfa 78 - Ayyıldız Matbaası - Ankara - 1978, BANA DEĞEN DÜNYA
Benim isteğim ortak bir kurtuluş.
Şu anda da ışık mışık gördüğüm yok. - Nasıl olur? dedi. Nasıl olur anlamıyorum. Capcanlı, kıpır kıpır, tam karşımızda ve bize doğru yaklaşıyor. - Hayır, görmüyorum, dedim. Eğer sen görüyorsan... Omuzlarından tuttum. Amaamı sezdi. - Hayır, dedi. Hayır, kendi yapamadığınız bir şeyi bana yaphrmaya kalkışmayın. - Madem ki görüyorsun ışığı, atla,
Reklam
"Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için... Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil... Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hülasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki... Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kâfidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek... Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz... Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle, bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok... Fakat bilmem... Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm..."
Mobbing Bank Diyor ki;
Kuklalar Arasında ki Kör Dövüş Kuklacı ile savaşan bir tek Mustafa Kemal Atatürk'ü tanıdı dünya ve insanlık. Gerisi kuklacı lehine kuklalar arası dövüşten ibaret. Kuklacı ile savaşalım diyen çok az olduğu için fırsat büyük. Kuklalar iplerinin oynatıldığı kadar hareket edebilirler. Kukla yaratanlar ve kukla oynatanlar farkını
Kemal Tahir
Kemal Tahir
'i "barış" temalı bir konferans vesilesiyle, aralarında yabancı konukların da bulunduğu bir toplantıda izledim. Sırtını verdiği değerlerden söz ederken mistik bir heyecanı yansıtıyordu. Son üç yüzyıldır dünyada barışı sürekli ihlal edenlerin bizler değil Batılılar olduğunu hatırlattıktan sonra şöyle demişti: "Bizler şamar yemiş bir büyük devletin adamlarıyız. Şamar yememiş birtakım büyük devletlerin bizim tecrübelerimize ihtiyaçları var."
Geceleri köprüden geçmem ben. Kendi kendime verdiğim bir söz bu. Birinin kendine suya attığını varsayın. Yapabileceğiniz iki şey var: Ya onu kurtarmak için arkasından suya atlayacaksınız ve bu soğukta sağlığınızı tehlikeye sokacaksınız! Yahut bırakacaksınız gitsin, o zaman da suya dalmaktan kaçınmanız tuhaf kırıklıklar oluşturacak üzerinizde.
Reklam
Gece daima sürmez; bir süre sonra gün ışımak zorundadır. Her işte bir hayır var derler. Bana hep anlamsız gelmiş olsa da bu söz beni hep rahatlatmıştır. Herkes bu lafı kullanıyor ve avunuyor.
Yalnız kalmak, terk edilmek, unutulmak...Bunların hangisinden daha çok korkuyorum? Belki de unutulmak en kötüsü. Yalnız kaldığımda bir yerlerde birinin beni düşündüğünü hayal edebilirim hep. Terk edildiğimde özlendiğimi, o kişinin yaptığından pişman olduğunu hayal edebilirim. Unutulduğumda ise hayal edecek hiçbir şey bulamam. Sanki bu dünyada hiç var olmamışım gibi. En kötüsü de beni unutan kişiye öfkelenmem söz konusu bile olamaz, çünkü o bunu bilerek yapmamıştır ki.
''… Koyuldukları işe canla başla sarıldıkları için bu genç kızlar, başlarını kaldırıp bakacak halde değildirler. Halılara işlenmiş ışıklı tabloların önlerine serdiği ve ne yapsan anlatılamaz o hayatla, ruhlarında ezdikleri hayatın aynı olduğunu; onlar, bütün bu resimleri çizerlerken fark etmezler bile. Buna inanmak istemezler. Bunca
Can Yayınları
Sevişmem, okşamalardan, öpüşlerden önce koklamakla başlar. Her kadının ayrı bir kokusu vardır. (Kullandıkları kokudan söz etmiyorum, kendi öz, doğal kokularından.) Daha doğrusu binbir kokusu. Saçlarının kokusu başkadır. Ensesinin, boynunun kokusu başka. Kulağının içi başka kokar, burun delikleri başka. Gerdanı başka kokar, göğüsleri başka. (Giderek iki göğsünden ikisinin kokusu ayrıdır diyeceğim. Hiç değilse safkan dişilerde.) Koltukaltlarının kokusu, bacak aralarının kokusuna ya da diz kapağı ardının kokusuna benzer mi? Ayak kokusundan söz etmeyeceğim. (Ayak kokuları üstüne bir kitap yazabilirim. Bunda utanacak ne var?) Koklayacak bir dişi bulamadığımda, yatağa uzanıp kendi kendimi koklarım. Koklamak biraz da yoklamaktır. Keyifliyken başka bir koku salgılar bedenim, hüzünlüyken başka. Tokken başka. Açken başka.
Oysa, bütün vatanın ve koskoca bir ulusun, ölüm kalımı söz konusu olurken, ‘yurtseverim’ diyenlerin kendi sonlarını düşünmesine yer var mıdır?
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.