Aziz Nesin'in bütün öykülerini zevkle okumuşum. ama nedense bir sürgünün anılarını okurken daha çok sevdim. Nesin'in mizahını en iyi anlatan bir kitap. ve şunu gösteriyor bize; hayattan acıları çıkarırsanız komedi kalır. Zaten kendisin başından geçen olayları anlatıyor AZİZ NESİN
Aziz Nesin'in Bursa sürgünününde başından geçenleri trajikomik bir biçimde aktardığı bir kitap. Aziz Nesin'in en efsane dönemini anlattığı efsane bir kitaptır. Bir sürgünü anlatması ve bu yaşanılanların tamamiyle gerçek olması yeterince insanın dikkati çekiyor. Aziz Nesin gibi evet sürgününde bir adabı vardır dedirtiyor size. Ki hatta gerçek olması nedeniyle insanlar ne durumlarda ne koşullarda kalmışlar yahu bu insanlar nasıl yaşamışlar nasıl hayatta kalmayı becermişler diyorsunuz.
Eşe dosta akıl vermek bize özgüdür. Akıl vermeye bayılırız. Karşımıza biri çıksın da aman şuna iyi bir akıl verelim diye, yolları gözleriz. Akıl vermekten yana bizim kadar cömert insanlar var mıdır?
Bursa’da tanıştığım bir kitapçıya gittim.
-“İngilizce ders verilir.” diye bir kağıda
yazsam da, sizin dükkanın camına
kağıdı yapıştırsam, nasıl olur?
-İş çıkmaz! dedi.
...
Biraz sonra kapı açıldı.
Komiserin karşısına çıkardılar.
Komiser, elindeki cıgarayı ağzına götürdü, derin bir soluk çekip, dumanını savururken, dikkatle beni izliyordu.
- Sen ne millettensin? diye sordu.
- Türküm, dedim.
- Nasıl Türk? Yani, şu Rum, Ermeni,
Yahudi Türklerden mi, yoksa bizim
halis Türklerden mi?
- Bizim halis Türklerden...
- Anlamadık ki necisin?
Hırsız değilim diyorsun, yankesici değilim diyorsun, kaçakçı değilim diyorsun...
- Yazarım. Bir sessizlik oldu. Sonra,
- Sen sürgünsün değil mi? dedi.
- Evet, dedim.
- Pekala... Nerede kalacaksın?
Burada kalacak evin var mı?
- Hayır, otelde kalacağım.
- Her akşam karakola gelip, imza vereceksin. Şimdi bir memurla birlikte git,
kalacağın oteli göster.
Karakoldan çıkarken, komiser,
- İyi ki fazla okumamışım, yoksa benim
de başım belaya girerdi... dedi.
Bir polis memuru,
- Her şeyin fazlası fazladır komserim.
Her bişey kararında olmalı...
Bursa’da tanıştığım başka bir kitapçıya gittim.
-“İngilizce ders verilir.” diye bir kağıda
yazsam da, sizin dükkanın camına
kağıdı yapıştırsam, nasıl olur?
-İş çıkmaz! dedi.
-Neden?
-Şimdi herkes İngilizce ders veriyor.
Manav dükkanlarından, berber dükkanlarına kadar bak, hepsinin camında
“İngilizce ders verilir” diye kağıtlar asılı…
Bileğime kan oturdu. Şu kelepçe zincirinin bir halkasını gevşetin, ne olur demiştim. Candarmanın biri, kelepçenin zincirini bir halka daha sıkmıştı. Öbürü daha insaflı çıktı, elimden çözdüğü zincir kelepçeyi ayak bileklerime taktı da, rahat yemek yiyebildim.
Bursa ovasına yavaştan bahar iniyor.
İki sürgün arkadaşız. Kirayla kaldığımız
evden çıktık mı, çarşı karakoluyla
Setbaşı arasındaki asfalt yol üzerinde
tir tir titreyerek gidip geliyoruz.
Çarşı karakoluna her akşam gidip
oradaki defteri imzalıyorum.
Bir akşam karakoldan çıktım.
Arkadaşımın yanında birisi var.
Yirmisinde var yok.
-Ben sana, bize Hızır gelmez. Gelse gelse Azrail gelir. Demedim mi?
Ağrı içinde kıvrana kıvrana sabahı ettik. Sızıp kalmışız. Uyandım, ağzımın içi paslı...
-Zehire de alıştık, artık ölmeyiz, dedim.