Lise yıllarım, abimin beni yönlendirdiği kitapları okumakla geçti.
Aziz Nesin de onlardan biridir. (Diğeri de yine çok değerli bir yazar. Onu başka bir incelemede anlatmak isterim.) Aziz Nesin'in kitaplarını kahkahalarla okurdum. Ama nereden bilirdim ki lisede beni güldüren adam, üniversitede ağlatacak. Evet ben Aziz Nesin diyince hep güldüm, ta ki
Siz hiç yalnızlığa mahkûm edildiniz mi? ‘SÜRGÜN OLMAK’ yani. Ben bir ara gönüllü bir sürgüne rastlamıştım. Üstelik Aziz Nesin gibi bir sürgünlük değildi. Özgürdü, dünyanın en imrenilen yerlerinden birindeydi, her şeyi vardı.
Sonra ne mi oldu?
Sürgün neymiş anladı.
Sonsuzca gelen bir ayrılık. Zaman geçmez. Her şafakta yalnızlık. Kalabalıklar
''Bir Sürgünün Anıları'' her ne kadar ''anı'' türünde bir edebi metin olsa da döneminin Türkiye'sini, siyasi yapısını, düşünce özgürsüzlüğünü ( böyle bir kelime yok diye uyarı alıyorum bilgisayardan, napayım siyasetçiler tarafından yapılmış ve başarılı olmuş, literatüre geçebilir ''özgürsüzlük'') anlamak için bence ansiklopedik bir değer taşıyor.
Uzun savunmamın özeti şuydu:
“Bir düşüncenin ulusal çıkarlara aykırı yada uygun olduğu, o düşüncenin ortaya atıldığı dönemde herkesçe kolaylıkla anlaşılmaz. Bir düşüncenin topluma yararlı mı, zararlı mı olduğunun herkesçe kesinlikle anlaşılması için üzerinden zaman geçmesi gerekir. Sizler, Amerikan yardımının Türkiye’ye yararlı olduğu düşüncesindesiniz. Ben, yardım adı altında yurdumun sömürülebileceği düşüncesindeyim. Hangi düşüncenin doğru olduğunu zaman gösterecektir. Ancak zamanın doğruluğunu, yanlışlığını, yararını, zararını ortaya koyacağı bir düşünceden ötürü mahkûm edilmemem gerekir.”
Sürgün, yalnızlığın en koyu demi. Alnına yapıştıkça, izi her gün biraz daha belirginleşen.
İnsanların korkuyla senden uzaklaştıkları..
Açlık, soğuk ve kimsesizlik son sürat sana doğru koşarken, hakkın hukukun fersah fersah kaçtığı..
Belki de göğüs kafesinde taşıdığın bir zafer nişanıdır.
İNANDIM demektir önce. Sonra SUSMADIM demektir. Sonra