Şüphesiz çoğu iyi yazar, tahayyül ederek oluşturduğu karakterlerini, izlenimlerini de katarak eserlerine yansıtır ancak pek azı bunu bilinçli şekilde okuyucuya hissettirir. İşte, Unamuno burada buna benzer ters köşe eden ve karakterini kendisi ile konuşturduğu bir kurgu yaratıyor. Monologlarını, dialoglara çevirerek de kitap boyu bu kurguyu besliyor.
Yazar yarattığı ana karakterini, onun toplumdaki konumunu, yaşadığı dramı, çevresindekilerle olan dialoglarını, tüm adanmışlığını ve yalnızlığını, Descartes’ci dualist bakış açısıyla doğrudan kendi varoluşçu felsefesinin epistemolojisinde kullanmış. Platon’un tinsel ayak izleri de kitapta yer yer kendini gösteriyor. Bu durum da kitaba bir novelladan ziyade aslında tam bir felsefi hava katıyor. Belki ikisinin karışımı sentez bir eser de denebilir. Yazar bu ayrımın farkında olarak bu tür için “nivola” tanımı yapmış. Bu bağlamda esere, romandan kısa, öyküden uzun tanımlamasının ötesinde, yazarın varoluşçuluğa ilişkin literatüre kazandırdığı bir eser gözüyle de bakılabilir.