Montaigne’in Denemeler adlı eseri, sanki yüzyıllar öncesinden bugünün insanına yazılmış bir iç konuşma, bir ruh güncesi gibidir. Sayfalar ilerledikçe bir yazarın değil, bir insanın sesi yankılanır kulakta; yargılamayan, öğretmeye kalkışmayan, yalnızca düşünerek eşlik eden bir ses… Montaigne, “ben” diyerek başladığı cümlelerinde aslında hepimize dokunur; çünkü onun benliği, sıradan ama samimi bir insanın aynasıdır.
Bu eser, ne sistematik bir felsefe kitabıdır ne de mutlak doğruların peşine düşen bir öğreti metni. Aksine, insanı tüm çelişkileriyle kabul eden, bilgeliği şüphede arayan, yargı yerine merakla yaklaşan bir yazı bütünüdür. Montaigne için yazmak, düşünmektir; düşünmekse kendini anlamaya çalışmaktır.
Özellikle ölüm, dostluk, bilgi, ahlak gibi evrensel temalar üzerinden yürüyen bu yazılar, sade görünümlerinin altında derin varoluşsal sorular barındırır. Yazar, Antik Yunan filozoflarını dost bilirken, kendi deneyimlerini de küçük düşmeden satırlara yerleştirir. Onun için büyük olan düşünce değil, düşünmeye cesaret edebilen insandır.
Üslubu ise gösterişten uzak, ama içtenliğin ve zihinsel derinliğin güzel bir bileşimidir. Bu doğallık, Montaigne’i hâlâ canlı ve samimi kılar. Onun kalemi, kendine değil insana döner; satırlarında filozof değil, düşünen bir dost buluruz.
Kısacası Denemeler, insan ruhunun iç kıvrımlarında dolanan bir yolculuğun kaydıdır. Montaigne, hiçbir kesinliğe varmadan, her şeyi sorarak ilerler. Bu yüzden bugün bile onunla aynı masada oturuyormuş gibi hissederiz: Sessizce düşünüp yavaşça konuşan bir bilgeyle, kendimiz üzerine konuşur gibi.