İncelememe öncelikle her zamanki gibi yazarın hayatından başlayacağım.
Amin Maalouf özellikle ülkemizde çok kitap satan bir yazar. Bende tüm kitapları mesela var. Özellikle gerçek önemli tarihi olay ve kişileri eserlerine ekleyerek hazırladığı romanları kusursuza yakın oluyor. Tarihi kurgu da deniliyor bildiğiniz üzere bu kitap tarzına. Ülkemizde
BİR DERİN OKUMA DENEMESİ
Georges Perec’in Kayboluş’undan söz edilmişti. Hiç E harfi kullanmamış diye. Niyeyse aklıma geldi. Ardında Bilge Karasu varmış meğer. Perec bulanıklaşınca anladım. Kılavuz. Asıl oymuş aklımda. Zaten ne olacaktı ki ya Gece ya Kılavuz.
Bilge Karasu da hiçbir eserinde VE bağlacını kullanmamış ya, Perec işte onu
Ben hayatım boyunca kapıyı çarpıp çıkmak istedim bir yerlerden. Biliyor musunuz, insanın bir yerden kapıyı çarpıp çıkabilmesi büyük bir güvencedir. Gidecek bir yeri olmayanlar, bu istekle yanıp tutuşurken, sadece kalmaya devam ederler.
Kaldığım günlerden biriydi. Odamda oturmuş elimde bir kitap tutuyor, okuyormuş gibi sayfalara bakıyor, kafamın
❝İnsanlar dalkavukluktan öyle hoşlanır, öylesine tatlı bir dile açtırlar ki, sonunda
kendine “halkın koruyucusu” diyen en düzenbaz ve vicdansız bir dalkavuk, en
üstün yetkiyi eline geçirir.❞
NigRa tahrikli Aziz Nesin etkinliği için ismimi yazdırdığımda, bu kadar yoğun olacağımı düşünmemiştim açıkçası. Dört Dostoyevski kitabı bekliyor hala. Delikanlı'yı okuyabilirsem umarım yetiştireceğim onu etkinliğe.
Aziz Nesin'i ortaokuldan, 20'li yaşların ortasına
1K'nın değerli kitapsever üyeleri;
Öncelikle bulunmaktan büyük bir keyif duyduğum bu platformda ilk incelememi yapacak olmanın heyecanını yaşadığımı belirtmeliyim. Zira bunu gerçek manada etkili ve ustaca yapan birçok okuyucu var. Onların keyifle okuduğum ve insanı kitapların dünyasına çeken incelemelerinin yanında benimkisi bir inceleme
Tutunamayanlar'ı ikinci kez okuyorum. Bu okuyuşum bana hem büyük bir keyif verdi, hem de ufuk açtı. Bu da bana bazı kitapları okumak için uygun zamanın gelmesi gerektiğini öğretti. Aksi takdirde kitap size okuma hazzı vermiyor ve bir nevi boşa kürek çekiyorsunuz. Oğuz Atay; içten, samimi, anlattiklari hep bir yerlerden tanıdık geliyor, ya bir yaranıza dokunuyor ya da sizi kahkahalarla güldürüyor. Kitabı okurken ister istemez oradan oraya savruluyorsunuz. Aslında çok derin ve hüzünlü bir hikaye anlatıyor ama bunu yaparken ucuz yollara başvurmak, acındırmak yerine mizahın gücünü kullanıyor. Aşk bile onun kaleminde sıradışı bir anlatıma ulaşıyor. Kitap 724 sayfa ve açıkçası daha başlarken ön yargı oluşturuyor. Benim acizane tavsiyem, eğer bu kitabı okumaya karar verdiyseniz sayfa sayısını, başkalarinin düşüncelerini, değerlendirmelerini olumlu ya da olumsuz eleştirileri bir kenara bırakın ve kitaba samimi bir okuma arzusuyla başlayın. Sevdiyseniz devam edin, sıkıldıysanız ve gitmiyorsa bilin ki biraz daha zamana ihtiyacınız var. Ve bence o zamanı kendinize verin...
GÖRÜCÜ
İşten eve geldiğimde oldukça yorgundum. Elbiselerimi değiştirip hemen odama çekilip uzanmak istiyordum.
--Anne! Ben geldim!
Mutfaktaydı. Sesimi duyunca ellerini havluya silerek yanıma geldi. Gülümsüyordu.
--Hoş geldin, aslan oğlum. Hay maşallah. Seni yaradana kurban olurum ben.
Şaşırmıştım. Ama hemen kendimi toparladım. Ne de olsa böyle bir
Her gün karşılaştığımız ve kullandığımız nesnelerdeki detayların sade güzelliğine vurgu yapmanın, sanatının ruhu olduğunu söyleyen ressamın kadın portreleri adeta yaşamın akışından ödünç alınmış bir an gibidir. Özellikle, şallarda ve elbiselerde kullandığı, renkler ve mistik motifler büyüleyicidir.
Alain de Botton'un dediği gibi;
"Bir nesne ne kadar güzelse, ona baktıkça o kadar kederleniriz.(...)İçimizi yakan bir keder değil de, hüzün ile coşkunun bir karışımıdır bu hissettiğimiz aslında."
Yüzlerin uyumlu ve kusursuz çizgilerinde yitirdiğimiz gerçek hüzün bize bir yerlerden tanıdık geliyor, pozitif enerjimizi evrene yaymak ve ışıltımızı cömertçe sergilemek için debelendiğimiz, hep aynı pozda asılı kalmaktan yorulmuş yüz kaslarımızın haklı isyanı... Sanki insan üzülemezmiş, hüzünlenemezmiş, gözyaşı dökemezmiş gibi... Kalaichi'nin fırça darbeleri, tıpkı çocukluğumuzda kaybettiğimiz bir oyuncağı eski eşyalar satan bir dükkanda görmek gibi...