"Yahu, sana acıyorum. Etrafına daha aklı başında insanları toplayabilirdin!" dedi.
Fakat o, kurnaz bir gülümseme ile mukabele etti:
"Lüzumu yok. Aklı başında adamlarla hiçbir iş görülmez. Bize, itirazsız inanacak ve düşünmeden harekete geçecek insanlar lazım!"
Dün gece tam uyuyacak iken devlete giden vergilerle millete dönen hizmet, maaş vesaireleri düşündüm. Devleti bir havuz gibi düşündüm. Bu havuza sürekli su gibi bir para akışı oluyor. Aynı şekilde su gibi bir para çıkışı da oluyor.
Her insanı bir küçük havuz gibi düşünürsek ve devlete akıp dönen parayı bu küçük havuzlara akıp dönen suya benzetirsek bazı şeyleri daha iyi anlarız.
Devlet ➡️ büyük havuz(devlet mülkiyeti)
İnsanlar ➡️ küçük havuzcuklar(Özel mülkiyetler)
İnsanlar arası para akışı:
1-) alışveriş/ticaret
2-) zekat
Devlet - insan arası para akışı:
Milletten devlete: vergi, cezalar
Devletten millete: memur maaşları, hizmet
↪️Sonuçta ekonomik açıdan her zaman en az iki sınıf insan çıkar:
Zenginler ve yoksullar
Eğer yoksulların yükü devlete düşerse mecburen vergileri arttırmak zorunda kalır. Veya fazladan sürekli para bastırmak zorunda kalır. Malı az olandan az, çok olandan çok vergi almak işleri kolaylaştırabilir fakat sorunu tamamen çözmez.
Burada insanlar arası kanalların açılması lazım. Yani zekat sistemi... İnsandan insana alışveriş ve ticaret dışında başka bir yol olan zekat... Yoksul kişi zaten mali durumu nedeniyle alışveriş yapamaz çünkü parası az veya yok. Burada gönüllü kişini(zekatı veren) bir kanal açarak ona para akışı sağlar. Yoksul kişinin sıkıntısı giderilir.
Şu dünyada insanlar can sıkıcı olmayan şeylerden hemen bıkarlar. Bıkmadıkları şeyler ise çoğunlukla can sıkıcı şeylerdir. Bu her şeyde böyle olur.
Benim sıkılmaya harcayacak zamanım var, ama bir şeylerden bıkmaya harcayacak zamanım yok. Çoğu insan bu ikisi arasındaki ayrımı yapamaz.
Bu ölmüş vücudu sürükleyip duruyorlar, ölüden hiç farkım yok. Ne oluyor, ne yapıyorlar, bir şey duymuyorum. Yalnız sürükleniyorum, onun farkındayım. İşte o kadar!
"Bana dünyanın hakikaten suratına l
Tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin."
Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur...
"Bir şeylerden kaçar gibisin. Soluk soluğa ama hiç bir şey anlatmayacağına yemin etmiş gibi sakinsin. Gitmek istediğin belli bir yer yok ama kalmak istemediğinden artık eminsin. Sadece biraz olsun herkesin ve herşeyin susmasını istemişsin. Kendini duyabilmek için."
Tasavvuf ile ilgisi olanların okuyabilecegi güzel ve nadide bir eser olmakla birlikte benim de düşünce tarzımı değiştiren Yunus Emre'nin hayatını anlatmaktadır .
...
Yunus derviş olurken Oğlu İsmail de Arn ustanın yanında cellatlik ogrenmektedir .
Çekikgozler tarafından hunharca katledilen Karısı Sitare yani Elif ile hasretin dibine vuran ilahi Aşk hikayesi ...
...
Hep altını çizerek okudum ve kendi hayatıma kesitler çıkarttım...
...
Ben yok Sen cc var .
...
Yıldızdan geç güneşe bak Yunus
...
Güneşi biliyim diye Yıldızı tanıdım
...
Bu kitabı bana gösteren gösterdi ve gitti
...
39 öyküden oluşan bir kitap. Öykülerin birbiriyle pek bağlantısı yok, ancak okurken kurgusu dağınık bir roman hissi de vermiyor değil. Natsume Soseki bu kitabında daha çok, içini dökmüş. Kitapla ilgili detaylı bilgi bulamasam da bu öykülerin yarı da olsa otobiyografik olduğuna kanaat getirdim.
Natsume Soseki'nin anlatım tarzını seviyorum. Ne dramatize anlatıyor ne betimlemelere boğuyor ne sapsade, basit bir anlatımı var. Japon edebiyatının
Stefan Zweig'ı denebilir.
Yine de bu öyküleri çok sevdiğimi söyleyemem. Güzel satırlar elbette var fakat kitap beni çok etkilemedi. Duygusal okumalar yapmayı sevenler ya da yazarın birçok kitabını okumuş olanlar ve biraz daha yakından tanımak isteyenler bakabilir.
“İnsan böyle bir şey. Nerede, hangi yaşta olursa olsun,kabuğunu kırıp içine baksan içi cılk yara. Yarasız, dertsiz, sırsız insan yok da, işte kimisi üstünü iyi örtüyor. Ben de örttüm.”
Ah, Nazime Hanım Ahhh...
Bir anne düşünün ki kendi menfaatleri için beş kişinin hayatını kararttı. Bir anne olarak evet bende çocuğuma düşkünüm ama bu onun ayrı bir birey olmasını, isteklerini yok saymamı gerektirmez. Gerektirmemeli. Bu hayatı kendisi görüp yaşamalı, onun istekleri ve düşünceleri ön planda olmalı, o neyden mutluluk duyarsa o gerçekleştirilmeli. Ama Nazime Hanım bırakın bunların onda birini yapmayı birini bile kabul edememiş bir anne. Neyseki Nedim kendisini geliştirmeyi, isteklerini gizli gizli de olsa yapmayı başardı. Tek bir şey hariç. Aşkı. İşte o zaman hayatı kararmaya başladı. Çünkü annesi sevdiği kadını istemiyor ve bambaşka bir dünyaya sokmak için elinden geleni yapıyordu:(
Okunmasının uzun sürmesi malesef benden kaynaklı yoksa akıcı bir eser. Ve bu aralar Türk klasikleri daha çok dikkatimi çekmeye başladı. Sanırım kaos ve dramın bol olmasından kaynaklı:)
Bol bol sinir olsanız da okumanız gereken güzel bir klasik :) Ayriyetten okurken eşlik ettiği için(daha doğrusu başlayıp hemen bitiren) canım