Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
"Suriye'de o zamanlar Türk bulunmaz şeydi. Çünkü Çanakkale ve Erzurum vardı. Ateş, Türk'ü mıknatıs gibi çeker. Ancak cepheler sustuğu zaman, gerilerde Türk bulunabilir. Harp varsa, ölümsüz yerlerde yalnız araba, Dürzi'ye, Ermeni'ye, Rum'a, Kürt'e rastlayabilirsiniz. İngiliz ordularının Suriye muharebelerinde Arap ve Hint maskesi takındıklarını belki bilirsiniz; Hindistan'da başlarına raca sarığı geçirdikleri gibi! Harp başladı mı, bir sıra Arap, bir sıra Hintli ve bütün bu mozaik aşındıktan sonra haşmetli Britanya Kralı Hazretleri'nin sarışın özkanları görünür. Osmanlı İmparatoru Hazretler ise maskesini kıçına takar ve satrançta en kıymetli taşını öne sürer. Harpte bizim saflara düşen ilk kurşun, bir Türk aman'ı ile ses verir. Karşımızdaki ise ilk iniltilerinde Asya lisanları kullanır ve İngilizcesini zafer marşlarına saklar."
Vefatının Ardından Türk Basınında Papa Eftim
Papa Eftim'in vefatı Türk basınında geniş çapta yer bulur. 19 Mart 1968 tarihli Milliyet gazetesi Papa Eftim'in ölümü ile ilgili bir yazısında bu büyük dava adamından şöyle bahseder: "Yanık yüzlü, temiz yürekli, kadife bakışlı bu Orta Anadolu çocuğu Ortodoks olarak doğmuştu. Büyük din cereyanlarının çatıştığı Küçük Asya'da
Reklam
Kıyafet modasının dönüşümü Müslüman evlerinde dini azınlıklarınkinden daha yavaş bir şekilde gecikti ancak 19. yüzyılın sonunda, üst ve orta ekonomik sınıftaki birçok Müslüman erkek yerel terziler onları üretse bile ilhamını Avrupa'dan alan son dönem modaları takip ettiler. Bir zamanlar kıyafet giyenin dini kimliğini işaret ederken, giyim sınıf farklarının semiyotiği oldu. Fakir şehir sakinleri ve tüm dini cemaatlerin köylüleri babalarının ve büyükbabalarının giyindiği tarzda giyinmeye devam ettiler; burjuvazinin erkek üyeleri ise, Paris ve Londra'daki emsalleri gibi giyindiler, ancak yine de fes takıyorlardı. Toplumun geleneksel doğası nedeniyle, Müslüman burjuva kadınları, en azından evlerinin dışında, Batı tarzında giyinme konusunda daha az aceleciydiler. Her ne kadar tüm yüz mü peçeyle örtülmeli (nikab) veya daha az sınırlandırıcı bir tarz (hicab) mı benimsenmeli üzerine bir tartışma olmasına rağmen, kadınların hepsi kamusal alanda peçeliydi. Bu tartışma günümüze dek devam etti.
Sayfa 214Kitabı okudu
O zamanlar, Avrupa ve Ortadoğu arasında "medeniyetler çatışması"nın kaçınılmazlığının hiç bahsi geçmiyordu. Bu durum bazıları için 1920'de emperyal güçler tarafından imparatorluğa dayatılan savaş sonrası antlaşmayla doğan hayal kırıklığı sonucu ortaya çıkacaktı. Ancak imparatorluğun zayıfladığı yıllarda, birçok tartışma Avrupa'nın tanımladığı modernitenin Ortadoğu toplumlarına nasıl tanıtılacağına yoğunlaşmıştı. İster Avrupa ister Ortadoğu bağlamında olsun, modernite tanımlanması zor bir kavramdır. Modern olmak istatistiksel veriyle ölçülebilir mi? Eğer öyleyse, hangi veriler önemlidir? Ya da modernite sadece bir ruh hali midir? 20. yüzyılın bitiminde, Arap yazarların "modern" düşünceyi ifade etmek için seçtikleri iki kelime hadis ve asri idi. Her iki terim de, şu anda, "şimdi"de olan anlamını taşıyorlar ve bu nedenle de yazarların bu terimlerle tam olarak ne ifade ettiklerini anlamamıza ciddi anlamda katkıda bulunmuyorlar. Modernitenin Ortadoğu'daki savunucuları onu geçmişle bir kopma olarak anladılar. Öte yandan, geçmişin hangi kısmı gözden çıkartılabileceği ve geçirgen modernliğin devamlılığı- na uyması için nelerin güncellendiği gibi meseleler yazılı medyada süregelen tartışma konularıydı. Tüm miras alınmış gelenekleri atılması gereken safralar olarak gören birkaç radikal de vardı ama çoğu böyle değildi. Bilakis, entelektüellerin çoğu geleneğin ahlakının geleceğin bilimsellik kisvesine bürüneceği bir uzlaşmayı amaçladılar. Modern çağ hakkında, yazılanların çoğunun amaçladığı şey, büyük bir sosyal veya siyasi devrimdense, Arap toplumunun dönüşümüydü.
Sayfa 212Kitabı okudu
416 syf.
·
Puan vermedi
·
15 günde okudu
Lise zamanlarımda yarısına kadar okuduğum ve kıymetini bilemediğim kitaptır kendisi. Kitabın başında yazan "Bize kalırsa aşkı tanımayan bir okuyucu bu kitabı hiç okumamalıdır." İbaresi o zamanlar aşkı bilmediğimin ispatı niteliğindedir. Osmanlı'nın en iyi ve en kotu zamanlarindan, Namık Kemal'den enfes divan edebiyatından, divan şairlerinden, Leyla ile Mecnun'dan bahseder.Hikayeyi her güzele Leyla diyen gerçek aşkı sonradan anlayan Kays'tan dinleriz. Kısacası BC için Fuzuli'nin L&M'si neyse İskender PALA'nın Babil'de Ölüm Istanbul'da Aşk'ı odur benim için.
Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk
Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşkİskender Pala · Kapı Yayınları · 200420,1bin okunma
208 syf.
·
Puan vermedi
Beşir Ayvazoğlu ile yıllar önce ‘Aşk Estetiği’ kitabı ile tanışmıştım ve üslubu beni o zamanlar çok etkilemişti. Geçenlerde bir arkadaşın tavsiyesiyle başladım ve kesinlikle ilk inceleme yazım bu kitap üzerine olmalıydı. Kitabın içerisinden alıntılar ekleyeceğim fakat kitabı keşfetmek size kalmış. Kitabın başlangıcında, Bizans döneminden
Divanyolu
DivanyoluBeşir Ayvazoğlu · Kapı Yayınları · 201047 okunma
Reklam
·
Puan vermedi
Afrikalı Leo
AFRİKALI LEO/AMİN MAALOF Ben Hasan, tartıcıbaşı Muhammed'in oğlu, ben Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papazın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum ama Afrikalı değilim Avrupalı da Arabistanlı da değilim. Bana Grenadalı, Faslı, Zeyyatlı da derler ama ben hiçbir ülkeden, kentten ya da boydan değilim.
Afrikalı Leo
Afrikalı LeoAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 202214,2bin okunma
.... Gelin Birazda Düşünelim: KÖLELİK Kölelik en genel tanımıyla, bir başka insanın “metası” olmaktır. Yani kişisel bir özgürlük ya da söz hakkı sadece sahibi tarafından belirlenmesi ve insandan ziyade “makine” olma durumudur. Dünyada uzun yıllar boyunca çeşitli şekillerde uygulanmıştır. İlk olarak yaklaşık 11.000 yıl önce ortaya çıkmıştır.
Kavala o zamanlar Osmanlı döneminde bize aitmiş... (Şu an Yunanistan'a ait) Dedemin babasının kardeşleri, Antalya'nın Toros dağlarının arasına sıkışmış köyünden çıkıp, ekmek parası kazanabilmek için, tabii o zamanlar Türkiye'de araç yok hiçbir şey yok, tutup oradan 1600 km yürüyerek Kavala'ya gidiyorlar... Yokluk bakımsızlık sefalet derken iki kardeş de Kavala da vefat ediyor.. O yüzden bizim köyde büyük annemin o zamanlar dilinden dökülen şu ağıtlar çok meşhurdur: "Kavala'da bir düden var, evlatlarımı orada bir yudan var..."
Atatürk'ün not defterlerinden,
14 Temmuz 1918, Pazar. Matmazel Brandner'i bekliyordum. Karlsbad'ın güneybatısındaki eski şatosuyla tanınan Elbongen'e otomobille gitmeye karar vermiştik. Otomobil Eger nehir kıyısındaki yolu takip ediyordu. Matmazel Brandner Türk ordusuna ilgi duyar gibi görünüyordu. Bana ordumuzun sayısı ve mevcutları hakkında soru sormuştu.
Sayfa 150 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Reklam
Halka tatlısına neden kerhane tatlısı denir?
Şehrin Avrupa yakasında, Beyoğlu ilçesinde bulunan Karaköy’le özdeşleştirilmiş bir tatlıdan bahsediyoruz. Eskiden Galata olarak bilinen bu tarihi rıhtım semti, Bizans döneminden bu yana gemi trafiğinin aktığı Boğaz’ın ana girişi olan Haliç’in kuzey ucunda yer alıyor. Başlangıçta Cenevizli tüccarların müstemlekesi olan Karaköy, 13. yüzyıldan itibaren çeşitli göçmenlere ev sahipliği yaptı. 1492'de İspanya'dan kovulmalarının ardından Osmanlı Padişahı II. Bayezid tarafından davet edilen büyük Sefarad Yahudi nüfusu da buna dahil. İşlek bir liman olarak yıllar içerisinde sanayileşen Karaköy, aynı zamanda bir fuhuş merkezi haline de geldi. 1884 yılında genelevlerin yasal statü kazanmasının ardından İstanbul’un ilk genelevi de burada açıldı. Aslında yabancılara yönelik açılan bu genelevler, 137 sene daha aynı işlevini sürdürdü. İstanbul’da tur rehberliği yapan Leyla Çapacı, “Burası eski bir limanken, kırsal kesimden Anadolulu tüccarlar buraya iş için gelir, geldiklerinde ise sıklıkla geneleve giderlerdi” diyor ve tatlının hikayesini şu sözlerle açıklıyor: “Ucuz, lezzetli ve şeker oranı yüksek bu halka tatlılar o zamanlar meşhur hale geldi. Çünkü erkeklerin genelev ziyaretleri öncesi ve sonrasında ihtiyaç duyacağı bir enerji gerekiyordu.”
TEPEBAŞI'ndaki İngiliz Elçiliğinin bahçe kapısının önünde bavullu, torbalı, çantalı, sarıklı, fesli yüzden fazla Osmanlı toplanmıştı. Birbirleriyle itişerek, kakışarak, panik halinde, içeri girme ye, kapıdaki görevliler de düzeni korumaya, sığınmacıların birer birer içeri girmesini sağlamaya çalışıyorlardı. Bir İngiliz askeri içeri girmek
Sayfa 134Kitabı okudu
304 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
16 günde okudu
Asil ve aziz Ruhu Şad Olsun.. (Spoiler İçerir!)
Eskiden Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü olarak görev yapan, 2023 genel seçimleri sonrasında yapılan kabine değişikliğiyle beraber Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başına getirilen İbrahim Kalın'ın, okunmasını en çok tavsiye ettiği kitapların başında geliyordu "Buhranlarımız" kitabı. Ben de onun tavsiyesi üzerine almıştım. İyi ki de
Buhranlarımız ve Son Eserleri
Buhranlarımız ve Son EserleriSaid Halim Paşa · İz Yayıncılık · 2020434 okunma
Avrupalılar Jordan, İbraniler Yardan diyor; Şeria Vadisi ise Arapça ama Ürdün ülkesi aslında Bilad-ı Şam denen büyük Suriye’nin, kısmen çölün ve eski Arabistan’ın bir parçası. Bugünkü Ürdün’ün güneyinde bir zamanlar Nebatiler ve onlardan hemen, sonra Arapça konuşan Gassaniler ve Lahmiler hüküm sürmüş. Dolayısıyla bu bölge Suriye ve Filistin’in aksine sonradan değil ezelden beri bir Arap ülkesidir. 19. Yüzyıl Kafkasya’sından kovulan halkların önemli bir kısmını Osmanlı İdaresi bugünkü Suriye ve Ürdün’e yerleştirmiş. Bugünkü Ürdün, ezelden beri burada yaşayan Bedevi Araplar, yurdunu kaybeden sürgün Filistinliler, Çerkez ve Dağıstanlı gibi Kafkas asıllılar, milattan önceden beri burada bulunan Aramiler ve onların torunları Hristiyan Arapların Ülkesi.
Ta'zîr
Ta'zîr (kelime anlamı terbiye etme, dikkatli olmaya zorlama, tedbir alma) denen kavram ve kurum işletilerek devlet başkanına, sakıncalı gördüğü konularda sakıncalı gördüğü kişileri hizaya getirmek için tedbir yetkisi verilmiştir. Bu yetki İlk zamanlar, dayak ve hapis gibi cezalar öngörüyordu. Daha sonra uygulanan siyasetlere karşı çıkışlar artınca yetki sürgün ve öldürmeye kadar uzatılmıştır. Ve bir gün gelmiştir ki, devlet başkanı (imam, halife veya sultan) saltanatı için sakıncalı gördüğü kişi veya kişileri hiçbir sorgulama ve araştırma yapmadan bir emirle katlettirebilmiştir. Osmanlı düzenindeki "siyaseten katil" kurumu da işte bu ta'zîr kurumunun biraz uzantısıdır. Bu ta'zîr kurumu, tarihin hukuk ve düzen adına yapılandırılan ve işletilen en büyük cinayet ve zulüm kurumlarından biridir. Devlete ve düzene zararlı olabilirler gerekçesiyle yüzlerce, binlerce (bunların içinde onlarca kundak bebeği de vardır) asılıp kesilmiştir. Tek "suçları" sultan veya halifenin onları devlet ve saltanat için kaygı yaratıcı bulmasıdır. Bu kaygı yüzünden bazen analar, evlatlar, babalar katledilmiştir. Bu ölümler içinde devletin varlığı ve halkın huzuru için gerekli olanlar elbette vardır; bizim eleştirimiz bunun din adına yapılmış olmasına yöneliktir.
Sayfa 73
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.