“Sana şöhreti tattırdım, değil mi?” dedi Lockhart. “Virüs bulaştı. Benimle birlikte gazetenin birinci sayfasına çıktın ve bir kere daha olsun diye sabırsızlandın.”
“Ah – hayır, Profesör, bakın...”
“Harry, Harry, Harry,” dedi Lockhart, uzanıp onun omzunu tutarak. “Anlıyorum ben. İlk kez tattıktan sonra biraz daha istemen doğal – sana onu tattırdığım için de kendime kusur buluyorum, çünkü başına vuracağı belliydi. Ama anlıyorsun ya, delikanlı, seni fark etsinler diye arabaları uçuramazsın. Biraz sakinleş, tamam mı? Büyüdüğün zaman bunları yapmak için çok vaktin olacak. Evet, evet, ne düşündüğünü biliyorum. ‘Onun için söylemesi kolay, o zaten uluslararası şöhrete sahip bir büyücü!’ diyeceksin. Ama ben on iki yaşındayken bir hiçtim, senin şimdi olduğun gibi. Hatta senden bile daha az tanındığımı söyleyebilirim! Yani, senin adını duymuş birkaç kişi vardı, değil mi? Adı Anılmaması Gereken Kişi’yle olanlar falan!” Harry’nin alnındaki şimşek izine baktı. “Biliyorum, biliyorum, bunlar beş kere üst üste Cadı Gündemi’nin En Büyüleyici Tebessüm Ödülü’nü almak kadar iyi değil – yani benim gibi. Ama bir başlangıç, Harry, bir başlangıç.”