Latincede "Nomen est omen." diye bir deyiş vardır. İsmin bir işaret olduğunu söyler. Ben de kendi adımı, 'işaretimi' borçlu olduğum kitabı okuma şerefine sonunda eriştim.
Benim için özel bir anlamı olduğundan mıdır bilinmez, kitabın bende bıraktığı intibayı sözcüklerle anlatma yetisine sahip olduğumu düşünmüyorum. Karakter tahlillerini bu denli başarılı bulacağım bir eserle karşı karşıya olduğumu ilk başta tahmin edemedim.
Kitap, yazıldığı dönemde de popüler olan bir tema, bir aşk üçgeni, üzerine kurulu. Süreyya ve Suat'ın mutlu evliliklerine gölge düşüren aşk; İstanbul'un güzide yalılarından birinde, biz okurların elinde filizleniyor. Necip çok katmanlı bir karakter, ikilemde kaldığı duyguları onu sarıp hasta ediyor kitap boyunca. Hem Necip hem de Suat'ın hisleri, satır ötesine geçmekte öylesine istekli ki gözlerinizi kitaba kilitliyorsunuz. Ben çoğu yorumun aksine kitabı oldukça sürükleyici buldum, aynı zamanda o zamanki toplum yapısına dair de önemli çıkarımlarda bulunabileceğimize inanıyorum. Herkese tavsiyemdir.
Eylüller gider, eylüller geçer; sonbaharın uğultulu rüzgârı ve âşıkların yüreği ortalığı yangın yerine çevirirken kavuşmak ise yalancı bir bahara, mahşere kalır.