Hayır biz Suri istiyoruz
Koyun, sığır ve at yetiştirmekte çok usta olan bu Kazakları doğu illerini hayvan beslemeye elverişli bir bölgesine yerleştirip, hayvan üretmelerine yardım edilse Türkiye az şey mi kazanır? Kımız gibi, besleyici ve diriltici özelliği hekimler tarafından da kabul olunan eski millî içkinin yeniden ortaya atılması fena mı olur?
"Sen şimdi bunu biliyorsun ve Kumru'nun o kadınla aynı eve gitmesine engel olmak istediğimde beni tuttun, öyle mi abi?" diye sordu Uraz burnundan soluyarak. "Tuttum tabi. Oğlum bunu kızın babası da biliyor, teyzesi de biliyor, hepsi biliyor. Kızın kendisi de öğrenecek, belki de ögrendi bile! Bak anlasana şunu, sen ben biz kimiz ki? Bizim bu hikayedeki yerimiz ne?" diye sordu Araz sigarasını küllüğe bastırırken. "Kumru benim..'' dedi ve durdu Uraz. "Senin ne?" "Benim... değer verdiğim...bir arkadaşım." deyiverdi sadece. Araz pencereyi kapattı ve Uraz'ın yanına oturdu. "Ne kadar değer verdiğin?" diye sordu sessiz bir sesle. "Neyi merak ediyorsun abi? Açık açık sor." Araz sinirle gülümsedi, Uraz'ın bu agresif halleri ona kendi gençliğini hatırlatıyordu. Onda kendini görüyordu. "Bak bir yıldır her gün hastanedeydin. Bana hiçbir zaman açık açık Kumru'nun sendeki yerini anlatmadın. Bu kız senin için ne? Siz bu kızla birbirinizi ne kadar tanıdınız? Olsa olsa iki hafta, hadi bilemedin üç hafta desen birbirinizi ne kadar tanımış olabilirsiniz ki?"
Reklam
Kimiz biz? Neden buradayız? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Hiçbirimiz hiç bir şey bilmiyoruz.
Ne Kadar Da Doğru!
~°~°~°~ Bizim düşüncemizin ne önemi var? Biz kimiz ki? Hayatımızı iktidardakiler yönlendiriyor. Hayatımızın pek önemi yok, yerdeki toz gibi. Esen rüzgar onu oradan oraya savuruyor. ~°~°~°~
"Hayat bir yolculuktur" sözü çok beylik olacak, ama kesinlikle öyle. Birçok yönden bu, birçok soruya cevap aradığmıız ruhsal bir yolculuktur. Biz kimiz, ne için buradayız ve en iyi ne yapabiliriz? Bu, çok ciddi bir konu. Diğer yandan, kendimi gereğinden fazla ciddiye almamam gerektiğini unutmamam gerekiyor. En iyisi, espri anlayışına sahip olmaktır.
Peki Ya Sürekli “GÖRÜNÜR” Olsaydınız? –
Gyges’in Yüzüğü, Sosyal Medya ve Ahlak Felsefesi Sosyal medya ve artık her adımda bulunan kameralar ile birlikte sanki Gyges’in Yüzüğünün bir versiyonunu takıyoruz gibi. Ama bu sefer bu yüzük bizi herkese görünür kılıyor. Saklanma ihtimalimiz yok. Gelip geçenin göz attığı bir vitrindeymişiz gibi. Yani. Artık bilmeyen yoktur. Dijital çağda sürekli
Reklam
+"O çok yüreklidir Efendi." - "Ya sen?" +"Onun yanında biz kimiz Efendi..."
Sayfa 239 - Yapı Kredi Yayınları
Din
Kaydedilen ilk din eski Mezopotamya diniydi. Mezopotamya halkı dünyanın geniş bir boşlukla, yani cennetle çevrelenmiş düz bir disk gibi olduğuna inanıyordu. Ayrıca evrenin uçsuz bucaksız bir denizden doğduğuna, suyun yukarıda, aşağıda, yanlarda her yerde olduğuna inanıyorlardı. Üstelik Mezopotamya'nın dini çok tanrılıydı. Yukarıdaki inançlar
"Davranışları kişinin aynasıdır." denir. Aynen "Bir kap içinde ne varsa dışarıya onu sızdırır." özlü sözünde olduğu gibi. Davranışlarımız bizi temsil ederler; "Biz kimiz, neyiz ve gözümüzde gönlümüzde neler var?" onun canlı yansımalarıdır.
Bizim düşüncemizin ne yararı olur? Biz kimiz ki? İktidardakiler bizlerin hayatını yönlendiriyor.
Reklam
Yiğitcan(2007 - 2017)/ Bir çocuğu koruyamıyorsak biz kimiz?
Kadınların gördüğü şiddet bu düzeyde yaşanmaya devam ettikçe, çocuklara da uzanıyor. Türkiye'de kadınların boşanamıyor oluşu, kadın cinayetleriyle ve çocuk istismarının en uç biçimleriyle, çocuk cinayetleriyle iç içe geçebiliyor. Neriman'ın on yaşındaki dünya güzeli oğlu Yiğitcan, annesi ondan boşanmasın diye babası tarafından öldürüldü. Oglunu bıçaklayarak öldüren baba, öldürdüğü çocuğun annesini arayarak "Gel, cesedi al" dedi. Neriman, ayrılmaya çalıştığı erkeğin tehditleri ve daha önce de Yiğitcan'ı doğalgaz ile zehirlemeye çalışması nedeniyle polise de başvurdu ancak "Hiçbir baba oğlunu öldürmez" cevabı aldı.
Biz kendimizi bilmiyoruz, biz bilenler, biz kendimiz, kendimizi bilmiyoruz: İyi nedeni var bunun. Hiç aramadık kendimizi- nasıl olacak da bulacağız kendimizi günün birinde? Haklıydılar “ hazineniz neredeyse, yüreğiniz de oradadır” demekle; bizim hazinemiz bilgimizin arı kovanlarının durduğu yerdedir. Oraya doğru yol alıyoruz hep, doğuştan kanatlı hayvanlar ve tinin balözü toplayan arıları olarak; yürekten önemsediğimiz tek bir şey var aslında -“yuvaya bir şey getirmek.” Yaşamın diğer yanına, “yaşantı” denen yanına gelince- onun için hangimizin, en azından yetecek kadar ciddiyeti var? Ya da yeterli mi zamanı? Korkarım hiç tam anlamıyla “veremedik kendimizi” böyle şeylere: yüreğimiz orada değil, hatta kulağımız bile değil! Daha çok, kendi içine gömülmüş ve ilahi dalgınlıkta birinin, tüm gücüyle öğlenin on ikisini vuran çanın kulaklarında çınlayan sesiyle bir anda ayılıp, “Bu çalan neydi?” diye sorması gibi, bazen biz de sonradan kulaklarımızı ovuşturup, hepten şaşkın, hepten mahcup soruyoruz, “Neydi yaşadığımız?” dahası “Kimiz biz aslında?” diye; ve dediğim gibi sonradan sayıyoruz yaşantımızın, yaşamımızın, varoluşumuzun çınlayan on iki çan sesini -ah! yanlış da sayıyoruz üstelik… Zorunlu olarak yabancı kalıyoruz kendimize, anlamıyoruz kendimizi, yanılmak zorundayız kendimiz hakkında, “Kişi kendine en uzak olandır.” sözü geçerli bizler için sonsuza dek -kendimizi bilmeye gelince, “bilenler” değiliz biz…
Vaktiyle bir Atsız varmış var olsun!
DAVETİYE Ey Benito Musolini! Ey gayet yüce, İtalyanlar başvekili muhterem Düce! Duydum ki, yelkenleri edip de fora Gelecekmiş orduların yeşil Bosfora. Buyursunlar... Bizim için şavaş düğündür; Din Arab'ın, hukuk sizin, harp Türk'lüğündür. Açlar nasıl bir istekle koşarsa aşa Türk eri de öyle gider kanlı savaşa. Hem karadan, hem denizden
Bir de şiir yazmıştım, o zamanlar. İçinde şöyle bir mısra vardı: “Beyaz bir bayrak dik düşlerime…” Vay efendim, Türk olan beyaz bayraktan nasıl söz açar? Beyaz, barış demektir, Türk olan barış ister mi, Türk demek erkek demektir, kan demektir. Biz o zamanlar bütün bu işlerin ne demek olduğunu pek anlamıyorduk. Bir de müthiş bir “kımız” sözüdür başını almış gidiyordu. Beş altı arkadaş bir araya geldik. Nedir bu kımız, diye düşündük. Nedir bu kımız? Kımız insanı esrikleştirir. Uzun bir araştırmadan sonra öğrendik ki, kısrak sütünden yapılan bir içkiymiş. Aklı başında birisi dedi ki, şimdi bulamazsınız. Orta Asyaya bile gitseniz, yok. İnsanlar artık öylesi içkiyi içemezler. Kımız at sırtında gezme çağının getirdiği zorunluktu. Herhalde çok kötü bir içki olacak. Birdenbire bizim kafamıza dank etti… Kötü kımız içkisi… Şorul şorul kan… Anadolu aç perişan sürünürken, Orta Asyaya elde ok yayla sefer…
Herkes öyledir. Dışardan göründüğü gibi değil ki hiçbir şey. Herkes her şeyi bilecek olsa oturduğumuz evlerde, mahallelerde duramayız. Herkes bir şeyler saklıyor işte. Biz kimiz ki, ne yalanımız olacak? Birbirimizle ne alıp veremediğimiz var? Koca dünyada küçücük insanlarız, bakınca herkes işinde gücünde. Ama şu kadarcık insanın bile birbirine bin tane yalanı var
Sayfa 138Kitabı okudu