Bilir misiniz...?
Bizim harabeye dönmüş kentlerimizde,
balıkçı ağlarında yaşanan can pazarı misali,
her gün can pazarları yaşanır,
ölüm koroları hiç susmaz.
Kese kağıdı değildir patlayan,
metal kuşlardan bombalar yağar,
göğümüzde serçeler uçmaz.
Misketime benzeyen demir leblebiler gezinir içimizde,
kan göllerimizde nilüferler açmaz.
Biz her şeyimizden vazgeçeriz de
ölüm bizden hiç geçmez.
.
Her şey eksilir de,
bir tek ölüm eksilmez evimizden.
Tam vardiya çalışır azrail,
tüm sevdiklerimizi, birer birer alır elimizden.
.
-Bazıları cesetler üzerinde tepişerek refaha ulaşabileceğini sanıyor.-
Kasvetli bir Ankara sabahına uyanıyorum. Hava, gerçekten soğuğu sevebilen benim gibi insanlar için huzur verici görünüyor. Bu güzel pazar gününe onlarca aktivite sığdırabilirdim, bir sürü plan yapabilirdim ama haftalardır tek düşündüğüm şey ‘’pazar günü Hakan Günday okuyacağım’’ düşüncesi koca bir günümü ayırmak için aslında güzel bir sebep.
Acaba ben ne yaptım, ne okudum? Tüm delilleri okuyucuya veren, verdikleri deliller ile beraber cinayetleri okuyucunun da çözmesini isteyen gerçek bir polisiye mi okudum, bir Orta Çağ gerilim romanı mı okudum, dinler arası, mezhepler arası, tarikatların ve rahiplerin başrolde olduğu bir roman mı okudum, gerçek kişi ve toplulukların hâkim olduğu
Es-Selam..
Kitabı okudum ve özellikle hadis bölümüne geldiğimde en büyük eksikliğin sahih olup olmama noktasında ''Tahrîc'' yapılması gereğini hissettim.
İncelemelere baktığımda da arkadaşlarımız teknik bakımından gerekli bilgileri vermişler, bu yüzden içeriğe hiç dokunmadım.
Şu şekilde bir yöntem izledim;
Önce hadisleri klasik kaynaklarda tarama
Kovit sevdiklerimizi, yakınlarımızı bir bir bizden alırken, hayatımıza kaldığımız yerden devam etmek ne acı değil mi? Ama hayat devam ediyor. Ölenle ölünmez diye bir söz vardır. Biz geride kalanlar da bu söze uymak zorunda kalıyoruz. Evet zor da olsa insanlar hayatlarına kaldığı yerden devam ediyor. Neden böyle bir giriş yaptım ben de bilmiyorum.
İsraf olmasın diye sofradaki ekmek kırıntılarını toplayıp yiyen bir nesilden, gittiği açık büfe kahvaltıda yediğinin üç mislini çöpe atıp israf eden bir nesle savrulduk. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" hadisi ile büyüyen bir nesilden , komşusu açken yediği yemeği sosyal medyada paylaşan, hatta o yemeğin hesap fişini bile paylaşan bir görgüsüzlüğe savrulduk. Misafir geldiğinde, edebinden çayı bile kapının arkasından uzatan annelerimiz vardı bizim. Şimdi ise sokakta, düğünde kadın erkek beraber halay çeken bir nesle savrulduk. 15-20 yaşlarındaki gençlere 'kız arkadaşın var mı?' dediğimiz bir ahlaksızlığa savrulduk. İnsanın nikahlı eşi olur onunla gözünü açar onunla gözünü kapatır.Müslüman'a yakışan budur... Bu anlayıştan Milyonların izlediği kimin kimi aldattığı belli olmayan o dizilerin peşine düştük. Aldatma ahlaksızlığını, zinayı normal görür olduk. 50-60 yaşında ihramını başına geçirip sokağa çıkan annelerimizden, üstünde elbise olmayan bir nesle savrulduk. Gerekirse sadece bir lokma olsun ama helal olsun anlayışından; helal olsun, haram olsun yeter ki benim olsun anlayışına savrulduk. Yalanı, torpil'i, israfı normal görür olduk. Bütün bunları yaptıktan sonra da diyoruz ki: Neden başımıza bu kadar bela geliyor?
Eğer aklımıza başımızı almazsak başımıza öyle büyük bir bela gelir ki "keşke toprak olsaydık" deriz .Rabbim aklımızı başımıza almayı nasip etsin .Rabbim hepimizi muhafaza etsin.
Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: Biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. Nasıl ki yazmayı ögrenirken talebe ögretmen tarafından kalemle çizilmiş çizgileri takip eder: Okurken de tıpkı bunun gibidir; düşünme işinin büyük bölümü zaten bizim için bitirilmiştir. Bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olduktan sonra elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır. fakat okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey degildir; ve sonunda onlar bizden ayrılır, geriye kalan nedir? Ve dolayısıyla öyle olur ki çok fazla-yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin, eglence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder. tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Birçok egitimli insanın durumu bundan pek farklı degildir: Okumak onları ahmaklaştınr.
Merhaba sevgili okurlar:)
öncelikle genç arkadaşlarımın bu incelememi özellikle okumalarını tavsiye ediyorum, herkese hitap eden kitaplar olduğu gibi zaman, zaman birilerine yada bir kesime hitap eden kitaplarda vardır ve bu kitabımız gençlere hitap ediliyor tabi gençleri çok daha ağırlıklı konu edinmiş ama, bir çok insanın ortak huylarını konu
Bir kitaba koyulabilecek iddialı bir isim: “İyi aile yoktur.” Okuyunca, kitabın ismine hak veriyorsunuz. Sadece ebeveynlerin değil, herkesin okuması gereken bir kitap. Bir çocuğa en büyük yaraları en yakınındakiler açsa bile hepimiz bir şekilde çocuklarla muhatap oluyoruz ve minicik bir davranışımız o çocuklarda büyük etkiler yaratabiliyor. Bundan
‘’Hiçbir ütopya, toplumun bütün bireylerine sonsuza dek tatmin sağlayamaz. Maddi şartları iyileşen insanlık, gözünü daha yükseklere diker, bir zamanlar rüyasında bile göremeyeceği güç ve mülke burun kıvırmaya başlar. Dış dünya onlara her şeyi sunmuş olsa bile, insanların akıllarındaki sorular ve kalplerindeki özlem susmak bilmez.’’ (s.
Sana Sığındık Allah’ım
Allah’ım,
Bütün hamdler sanadır; sana hamd eder, senden mağfiret dileriz.
Nefislerimizin aşırılıklarından, hatalarından sana sığınırız. Sen kimi hidayet
ettiysen o hidayet bulmuştur. Kimi sapıttırdıysan da o sapık kalmıştır.
Şehadet ederiz ki:
Senden başka hiçbir ilah yoktur. Senin ortağın yoktur. Ve yine şehadet
Uzun sayılabilecek bir incelemenin ilk satırındayım... Ahmet Erhan için inceleme yazmak benim için fazlasıyla zor. Ne yazsam eksik kalacak, biliyorum. “Yazsam olmuyor, yazmasam olmaz” yani. Darılmaca gücenmece olmasın diye belirtmek istiyorum. Yazacaklarım daha çok benim Ahmet Erhan’la olan hikayemdir. Dileyen okumayı burada bırakabilir.
“Her
Fahrenheit 451 devlet sansürünün, totaliter rejimlerin dehşetini anlatan temel yapıtlardan biri sayılmasına rağmen, Ray Bradbury, romanı hakkında şöyle der:
"Romanım hep yanlış ya da eksik
Tanımadığım bir şehirde gece vakti gezerken pencerelere bakarım. Bir evin ışığı yanıyorsa, duvarlarında bol kitap varsa; "Bu bizden biri" diye düşünürüm.
Onun hangi milletten olduğu, ne iş yaptığı, kadın mı erkek mi olduğu hiç önemli değildir. Aynı kabileden olduğumuz duygusu uyanır içimde. Kapıyı çalsam o insanla kitaplar sayesinde diyalog kurabiliriz. Kitap okumayan, kitaba hayatında fazla yer vermemiş biriyle ne konuşabilirim ki?
-Alıntı