20. yy. Amerikasında geçen Muhteşem Gatsby eserinde, anlatıcımız Nick'in gözünden Amerikan toplumunu, kültürünü, yaşantısını ve de tabi ki bizim Muhteşem Gatsby'yi görüyoruz.
Gatsby yokluktan gelmiş, kendi kendini yetiştirmiş diyebileceğimiz bir kişi, Elon Musk gibi. Gayet kibar, nazik, beyefendi olan Gatsby her cumartesi kendi evinde parti düzenleyecek kadar zengin, kendi evinde kendisi hakkında yapılan söylentileri umursayacak kadar kibar, ama bütün bunların arasında kalmış eski aşkının özlemini çeken bir aşıktır. Kitap, Gatsby'nin aşkı için nasıl yıkıma doğru ilerlediğini gayet sürükleyici biçimde anlatan harika bir yolculuktu benim için.
Gatsby, Nick'e sürekli "dostum" diye seslendiği için ve ben de kendimi Nick'in yerine koyduğum için sanki bana "dostum" demiş gibi hissettim, bu yüzden de Gatsby'yi çok sevmiş olabilirim.
Kitapta yoğun bir gerçeklikten kaçış anlatılıyor, "Escapism" yani. Herkes alkol, sigara, parti, bu gece benim ev boş... vs. :D
Zenginlerle yoksulların farkı da kitapta baya ortaya konulmuş, Wilson ya da Gatsby'nin babası gibi karakterler Amerikan toplumunun diğer yüzü konumunda.
Beni en çok etkileyen, en derinden vuran ise hayatta olduğu zaman herkesin evine geldiği Gatsby'nin cenazesine katılanların bir düzine bile olmamasıydı. Bana göre her kitaptan bir ders çıkarılmalı, yoksa niye okuyoruz :D Benim için bu kitaptan çıkarılacak ders kendimi boş insanlar için harcamaktansa gerçek dostlar edinmeye adamak, en sonunda yalnız kalsak bile, 0>-...
Okuyun okutturun.