Ruhsal olan -yani ruh veya bilinçdışı- genellikle bizim içimizde mi belirir; yoksa ruh veya bilinçdışı, bilincin erken dönemlerinde, aslında bizim dışımızda kendi amaçlarına sahip denetlenemez güçler biçimindedir de ruhsal gelişim sürecinde derece derece bizim içimize mi yerleşir? Modern terimlerimizi kullanırsak, bağlantısız ruhsal içerikler bireylerin psişelerinin parçaları mıdırlar, yoksa onlar başlangıçtan itibaren, ilkel görüşe göre hayaletler, atalarımızın ruhu ve benzerleri şeklinde kendi biçimleriyle var olan ruhsal varlıklar mıdırlar? Onlar gelişim süresince yavaş yavaş insanın içine girip, orada bizim şimdi psişe dediğimiz dünyayı mı oluşturdular?
Bu düşünce bizi tehlikeli ve paradoksal biçimde çarpıyor, ama yine de bir şeyler düşünebiliyoruz. Sadece dinî öğretmenler değil, pedagoglar da insan ruhuna daha önce orada olmayan bir şeyi yerleştirmenin olası olduğunu varsayarlar. İkna ve etki gücü bir gerçektir; en modern davranışçılık bile bundan uzun vadeli sonuçlar beklemektedir. Ruhu inşa etmenin karmaşık düşüncesi bir çok yaygın inançta ilkel bir düzeyde ifade edilmektedir -örneğin sahip olma, araların ruhunun bedenlenmesi, ruhların göç etmesi ve diğerleri. Birisi hapşırdığında “Tanrı seni kutsasın" deriz ve bununla “Yeni ruhunun sana rahatsızlık vermemesini dilerim” demek isteriz. Kendi gelişimimiz süresince çok yönlü çelişkileri aşarak bütünleşmiş bir kişiliğe ulaşırız, ruhu zorlu bir biçimde biraraya getirme deneyimi yaşarız. İnsan bedeni bir dizi Mendeki birimlerin miras edinilmesiyle yapılandığına göre, insan ruhunun da benzer şekilde biraraya toplandığını düşünebiliriz.