Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Şark Mefkûresi’ni tahlil etmek gayet güçtü. Çünkü, çok karışıktı. Bu, Şark Mefkûresi’nin muhtelif safhalarından biri de komünizmdi. Bunun en mühim taraftarı, belki Hakkı Behiç’ti. Bu adam, İttihat ve Terakki’nin idealist azalarından ve aynı zamanda maliye ile meşgul simalarındandı. Ruhen çok samimî bir insandı. Türklüğe çok bağlı olmakla beraber,
Dönüşümüz Muhteşem Olacak!
Biz üç-otuz paraya çayınızı demleyen, elektrik faturanızı yatıran, fotokopilerinizi çeken ve sinirli olduğunuz günlerde ayağınıza dolanan ofis çocuklarıyız. İki gün görmezseniz yüzümüzü bile hatırlamazsınız bizim. Hepimiz birbirimize benzeriz çünkü.
Sayfa 9 - Birey YayıncılıkKitabı okudu
Reklam
"Sınıf farkı mı var Yusuf kardeşim bu köyde?". "Olmaz mı öğretmenim, köylüm farkında değil ama var. Alt, orta, üst; üst sınıfta beş aile var, ortada biraz, alt sınıf dolu. Şehirlerdeki taşıma araçları gibi bizim köy de kapitalist sistemin özeti. Taksilere binenler azdır oralarda, dolmuşa binenler daha çok, otobüsler ise dolup taşar yolcularla."
Sınıf arkadaşına hangi derse gireceksin diyen arkadaş vardı :)
Hoca bir gün karısına: “Hatun” demiş, “şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağa­nın adı neydi?” “Kendin söyledin ya, efendi” demiş karısı. “Mehmet ağa.” “Canım, dilim sürçtü işte... Ne iş yapar diyecektim.” demiş Hoca. “A efendi” demiş karısı, “kendin çarıkçı demedin mi?” “Anlasana işte” demiş Hoca, “nerede oturuyor demek is­tedim.” “Efendi, bugün sana ne oluyor?” demiş karısı “Komşu” dedin ya... “ Hoca birden sinirlenmiş. “Aman be karı... Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!”
Ama gelecek, mutlaka, ruh taşlaşmadıysa eğer, her günahın gömüldüğü derinlikten çıkacağı bir an gelir. . Bu yüzden ev neşesiz, tatsız, bunaltıcıydı ama havasında bu bunaltıya uymayan, şaşırtıcı bir yaşama inadı vardı. Mürşit bu inadı fazla ısrarlı, hatta gereksiz buluyordu. Gerçi yaşamayıp ne yapılacağını da bilmiyordu, bunu pek düşünmek
24 Aralık 1902de bizim sınıftan on iki kurmay yirmi yedi mümtaz yüzbaşı çıkmıştı. Sınıf birincisi HAFIZ HAKKI (I. Cihan Savaşında Doğuda Ordu Komutanı), ikinci ENVER (Başkumandan Vekili) idi. Ben sınıfın altıncısı olmuştum. Kurmay sınıflarında Hafız Hakkı ile çalışır arkadaşlık ederdim. Atatürk bizden iki sınıf, İnönü ise dört sınıf sonradır. Kurmay yüzbaşı olunca Erzincan da 4. Orduya verilmiştim. Enver ile Hafız Hakkı MANASTIR da 3. Ordu ya gönderildiler. Zamanın askeri kurallarına göre kurmay yüzbaşılar, piyade, süvari ve topçu sınıflarında sekizer ay bölük kumandanlığı yaptıktan sonra kurmay ödevine atanırlardı. Ben, topçu bölük kumandanlığını Erzincan da, Piyade ve süvari bölük kumandanlıklarını Diyarbakır'da yaparak 24 Aralık 1904de kol ağalık rütbesinde kurmay ödevine geçmiştim. Kolağalık yüzbaşı ile binbaşı arasındaki bir rütbe idi.
Reklam
ÇATIŞMA Çürümeden çok önce, galiba kokuşmadan da evvel, ölümle dirim arasında geçen kavganın sonundaki boşlukta; birtakım ecza şişelerinin küçüklü büyüklü, sıra sıra dizildikleri, ağızlarını açıp bekleştikleri zamanı; ötekisi ile; sıcacık bir oda ve bir sepet içinde kokmaya, bir kurt yüzünden bozulmaya, delirmeye, canlanmaya hazırlandıkları zaman
Devrim kolay değildi ve sadece “Bu şapkadır!” demekle olmayacaktı. Mustafa Kemal bir yandan cahillik bir yandan da yobazlıkla savaşmaktaydı. Buna kadınlara yönelik ikinci sınıf vatandaş gibi davranılması ve buna karşı çıkışı da dahildi. Bu durumu kendi ifadesiyle şöyle anlatır: “Seyahatim esnasında köylerde değil bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kesif ve itina ile kapamakta olduklarını gördüm. Bilhassa bu sıcak mevsimde bu tarz kendileri için mutlaka mucibi azap ve ıstırap olduğunu tahmin ediyorum. Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim hodbinliğimizin eseridir. Çok afif ve çok dikkatli olduğumuzun icabıdır. Fakat muhterem arkadaşlar, kadınlarımız da, bizim gibi müdrik ve mütefekkir insanlardır. Onlara mukaddesatı ahlakiyeyi kuvvetle telkin etmek için, milli ahlakımızı anlatmak ve onların dimağını nur ile, nezahetle teçhiz etmek esası üzerinde bulunduktan sonra fazla hodbinliğe lüzum kalmaz. Onlar yüzlerini cihana göstersinler. Ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.”
Afrika’daki kadınlar insanlık dışı koşullarda yaşıyorlar. Dünya Bankası’na göre Afrika’daki yiyeceğin yüzde sekseni kadınlar tarafından üretiliyor ve işin yüzde doksanından fazlasını kadınlar yapıyor. Ama yine de ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlar. Pek çok Afrika ülkesinde kadınların toprak satın almasına izin verilmez. Tüm malların yalnızca yüzde beşine sahip olabilirler. Ama toplumu ayakta tutan onlardır; yiyecekle, çocuklarla ilgilenir, sosyal dengeyi korumaya çalışırlar. Bizim toplumumuz ise onlara en temel haklarını fazla görür.
Sayfa 52 - Bilge Kültür SanatKitabı okudu
Mustafa Kemal'in tutmuş olduğu notlardan, Diyarbakır/Silvan'da bulunduğu sürede yoğun bir şekilde kitap okuduğu görülmektedir. Çeşitli, farklı kitapları okumuştur. Alphonse Daudet'in romanından etkilenmiştir. Romanın kısa bir özetini not defterine yazmıştır. Özellikle, "Şimdiye kadar lüzumundan fazla sevdim, artık sevilmek
Sayfa 96 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Reklam
Mustafa İnan'ın ders kitabı yoktu; lise derslerinin ötesindeki konularla ilgili kitaplar okuyordu riyaziyeci Mustafa. Salih Zeki'nin 'Kamus-u Riyazat'ını okuyordu. Riyaziye hocası Muhittin Erev, böyle kitaplar hediye ediyordu Mustafa'ya. Sınıfta, öğretmenin yanında arkadaşlarına riyaziye dersi vermek kolay değildi. "Böyle öğrencilere okulda bazı adlar takılır, değil mi?" diye sordu profesör. "Nasıl?" dedi genç adam. "Canım bilirsin, sanıyorum lisede 'inek' derler böylelerine. Teknik Üniversite'de de 'kuş' diye çağırırlarmış çalışkan öğrencileri. Böyle garip kuşlara iyi gözle bakılmaz; hele bir de ders kitaplarının dışında bir şeyler okumaya kalkarlarsa... en azından kurulu düzen bozulur diye korkulduğu için hiç acınmaz bunlara. Böyle ukalâlara hemen haddini bildirir kalabalık: Bu kuşlar arkadaşlık yuvasından atılır. Onun için kimse 'kuş' ya da 'inek' görünmemeye çabalar: Aman çalıştığım anlaşılmasın, aman insanlığıma leke sürülmesin. Genç adam gülümsedi: "Bizim sınıfta da bir çocuk vardı, sınıfın birincisi. Ders çalıştığını görmezdik hiç. Bütün gün top oynardı. Sonradan öğrendik: yatakhanede kimse uyanmadan kalkar ve gidip tuvalette gizlice çalışırmış." "Okullarda her sınıf ikiye ayrılır böylece," dedi profesör; "Herkes kendi toplumunda yaşar: iki ayrı millet gibi. 'Kuşlar' da ötekileri küçümser tabiî." Güldü: "Şu iki milleti aynı bayrak altında toplayabilseydik, belki biz de bilim savaşında bazı toprakları ele geçirebilirdik.
Sınıfta işlenenlerin sonra gerçek dünyada nasıl kullanılacağı, bizim işlemeyen sınıf modelimizin en temel eksikliklerinden biri ve daha ancak çok sığ bir işlevsel kavrayış edinilmişken, kavramsal modülleri bitmiş addetme ve hızla bir sonrakine geçme alışkanlığımızın doğrudan bir sonucu.
Sayfa 80 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okuyor
İnsana kesin yalnızlığı, kesin yalnızlığın fazlalaştırdığı yırtıcılığı düşündürür. Allah'a yakın bir şeyler... İşte bizim orta sınıf kadınlarından bazısı da böyle oluyor. Üstlerine birdenbire bir büyüklük, bir ana kartallık geliyor.
Sayfa 443Kitabı okudu
Ağabeğimin sınıfından Enver'i (Birinci Dünya Savaşı'nda Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olan Enver Paşa) de orada tanıdım. Yakışıklı ve güzel bir gençti. Selahaddin Adil (Rahmetli Korgeneral) de aynı sı­nıfta idi. Enver'in amcası Halil (Birinci Dünya Savaşı'nda Ordu Kumandanlığı yapan rahmetli Orgeneral Halil Kut) bizim sınıfın üçüncü kısmında okuyordu.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.