Bezirgan sınıfların bizim günümüzde bütün gayreti halkların kültürlerini yozlaştırmak olmuştur. Bütün gayretlerini halkların kültürlerini yok etmeye, onları yozlaştırmaya, harcamışlardır. Sömürgeciler sömürdükleri memleketlerde hem taklitçi hem kendilerine hayran bir sınıf yaratmışlar, sömürdükleri memleketlerin milli kültürlerini yozlaştırmak için her şeyi yapmışlardır. Çünkü halkların kültürü öldürülmeden, halklar yozlaştırılmadan sonuna kadar onları sömürmek mümkün olmaz. Halklar da, hele Anadolu gibi köklü kültürü olan toprakların insanları kolay kolay yozlaşmazlar.
Bezirgan sınıfların bizim günümüzde bütün gayreti halkların kültürlerini yozlaştırmak olmuştur. Bütün gayretlerini halkların kültürlerini yok etmeye, onları yozlaştırmaya harcamışlardır. Sömürgeciler; sömürdükleri memleketlerde hem taklitçi hem kendilerine hayran bir sınıf yaratmışlardır. Sömürdükleri memleketlerin milli kültürlerini yozlaştırmak için her şeyi yapmışlardır. Çünkü halkların kültürü öldürülmeden, halklar yozlaştırılmadan sonuna kadar onları sömürmek mümkün olmaz. Halklar da hele Anadolu gibi köklü kültürü olan toprakların insanları kolay kolay yozlaşmazlar.
Sevmek ayıp değil ama utandım. Her şey dengineymiş. Bir doktor bir sağlıkçıya gönül vermezmiş. Bizim gibi işlerde sınıf ayrımı varmış. Aptalca "Ben de üniversite mezunuyum" dedim. Söyleyerek aşk hikayemi kabul etmiş oldum .
Türkçe öğretmeni olarak Türkçeye ne kadar az önem verdiğimi, Türkçenin değerini kitap sayesinde öğrendim ve öğrencilerime de öğretmeyi bir gönül borcu bilip meslek hayatım boyunca sürdürme kararını yine bu kitap sayesinde aldım.
26 yaşında profesör olmuş bir dahinin Türkçeye gönül vermesi sonucu oluşmuş bir kitap. Oktay Sinanoğlu’nun makaleleri
Madenci birdenbire "Yüz elli ölü çocuk..’’ demiş “bizim eve sığar mı?"
....
“Yedi günde yüz elli çocuk ölmüşse bir günde kaç çocuk ölmüştür?" diye sormuş.
“Kızım yemeğini ye," demiş annesi, ellerinin titremesi yüzünden kaşığı tabağın kenarına vuruyormuş, vurdukça çın çın diye bir ses çıkıyormuş.
Ablası inadına devam etmiş.
"Bir sınıfta otuz çocuk varsa, yüz elli ölü çocuk kaç sınıf eder?"
"Yemeğini ye!”
“Yüz elli bölü otuz eşittir beş. Beş sınıf dolusu ölü çocuk eder.”
"Kızım sus!" demiş annesi. Bağırmış. “Sus sus sus suuuuus!"
Ablası ağlamaya başlamış. Ağlamaktan çok korku çığlığına benziyormuş sesi, insanın kanını donduruyormuş. Susmuyormuş. “Beş sınıf dolusu ölü çocuk!" diye haykırıyormuş.
Çok yoğun bir bilim-kurgu/distopya serisi ile buradayım. Bu kitabı ilk 2018 yazında elime alıp okumaya çalışmıştım. Çalıştım diyorum çünkü yazarın yarattığı evren/dünya o kadar hayalüstüydü ki kafamda canlandırmakta çok zorlandım ve o zaman kitabı okumayı bırakmıştım. Şimdi nedendir bilmem tekrar bir şans vermek istedim bu seriye. Yine ilk
Din, dil, ırk, ten bunlar ayrıcalık değil, hepimizin zenginliği. Ama gelin görün ki öyle çağlardan geçtik ki bunların ayrımına bir de mal, mülk, statü... eklendi de eklendi. İnsanlar arasındaki uçurum gittikçe aşılmaz bir hal aldı.
Bir idealimiz vardı. İnsanlar kardeşti, eşitti.
Önce düşünceler ayrım getirdi.
Sonra iman para yapmıyor, para