Temeli çürük binalar gibiyiz, kendimizi sağlam hissetmiyoruz; kuş konsa üstümüze büyük bir gürültüyle çökeriz, yıkılırız sanıyoruz. Bu korku yüzünden kuş bile konduramıyoruz üstümüze; herkesi can havliyle uzaklaştırmaya, itip kalkmaya çalışıyoruz. Hiç kimsenin hayatımızda yer etmesine, kalbimize girmesine, hikayemize nüfus etmesine izin vermek istemiyoruz. Çünkü kaybetmekten korkuyoruz. Çünkü sahip olamazsak, garantiye alamazsak, zapturapt altında tutmazsak sevemeyiz sanıyoruz, seversek yaralarınız sanıyoruz, yaralanırsak acı çekeriz sanıyoruz. Yol açacağı hiçbir acının, sevmenin içimizde donattığı şenliği, tutuşturduğu heyecanı gölgeleyemeyeceğini, görünüşte kaybedilen hiçbir şeyin kalplerden düşülmediğini hesap edemiyoruz.
Sevgi bankaya yatırabilir bir şey değil, kasalar da saklanabilir, kilit altına alınabilir bir şey değil… Bu dünyada sevdiğimiz her şey bizim gibi fani… Ama sevgi bakidir. Elenen toprağın akıp gitmesi ve geride altın parçacıkları kalması gibi her şey elenir, akar gider, sevgi o altın parçacıklarının kalması gibi her şey elenir, akar gider, sevgi o altın parçacıkları gibi eleğin üstünde kalır , daima ışıldar durur. Biz neyin önemli olduğunu unuttuğumuz için eliği kurtarmaya çalışıyoruz, gözlerimize o ışıltıyı bağışlayacak cevheri sahiplenmeyi göze alamıyoruz.
Sevgi, insanı hayatıyla bütünleştirir, nefretse parçalar her şeyi… Biz ahenkle büyümeyi, çoğalmayı, zenginleşmeyi değil, nefretle çürümeyi, parçalanıp un ufak olmayı seçiyoruz.
Nefes alıp vermek neyse insan için, sevmekte de o… Sevmeyi başarmadan belki sureta yaşayabilir insan ama bir hayatı olur mu gerçekten?