Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
256 syf.
3/10 puan verdi
Kitabın önünde ve arkasında yapılan övgülere hiç aldanmayın. Kitap başlığında vadettiği hiçbir şeyi yerine getirmiyor. başlığı oluşturan boksör ve böcek tamamen birbirinden bağımsız bir şekilde kitabın sonuna kadar gidiyor sonunda sırf bağlantı oluşsun diye saçma bir şekilde birbirine bağlanıyor. Akıcı değil, karakterler havada. Yazar birinin yeğeni falan mıdır nedir. yoksa bu kitabın best seller olma ihtimali yok.
Boksör Böcek
Boksör BöcekNed Beauman · Domingo Yayınevi · 2011126 okunma
zor olan
''Aşk ve mutluluk gibi sözler ağızda kolay erir. Fakat herkes kolay yoldan gidemez. Uygarlığın bir geleceği olacaksa, bazılarının zor olanı yapması gerekir.''
Reklam
4/10 puan verdi
Kitabın yarısına kadar anlama ümidindeydim. Ancak cümleler mi çok karışıktı, yoksa yaşım için ağır bir kitap miydi bilmiyorum ama kesinlikle beklentilerimi karşılamadı. Çünkü hem aldığım yerde hem de yorumlarda kitap çok övülmüş, e haliyle güzelden de güzel bir şey bekliyor insan ancak gelin görün ki kitabı yarıda bırakırken sadece kafamda bir soru işareti duruyordu; ne anlatıyor bu kitap?
Boksör Böcek
Boksör BöcekNed Beauman · Domingo Yayınevi · 2011126 okunma
Heheh
"Biliyor musunuz Haham, Darwin'den önce Hristiyanların bir de Tasarıma Dayalı Kanıt diye bir şeyleri vardı" dedi Pearl. "Şöyle derlerdi; 'Cayirdaki su güzel kelebekler bir baksaniza! Bunları ancak Tanrı yaratmış olabilir.' İbraniyse şöyle derdi;'Cayir da ne haltmış bakalım?'"
Lanet olsun kapitalist sistem
Gude'a göre, sanatla reklam aynı canavarın iki ismiydi. Böylesi eskiyavari bir fikirle New York'ta zengin olacak son kişi o değil bence; ilk kişi olduğunu sanan son kişi de değil... Fakat Gude şunu çok iyi anlamıştı: insanları sanata bakmaya zorlayamazsın; ama sokağın ortasına yüz bin ampul koyduğun zaman, reklama bakmaya zorlayabilirsin. Bu fikir hoşuna gitti. Şehrin bir parçasını sahiplenmek hoşuna gitti. Bir tür fetih bu aslında. Broadway üzerine Wrigley sakızlarının reklam tabelasını koyduğu vakti hatırlıyorum. Devasaydı. Yüzlerce metreydi. Yale'deki ilk senemdi; herkes bunu konuşuyordu. İnsanları, onlara sakız sattığını söyleyerek heyecana boğuyorsun-büyük bir olay.
Bu arada Stalin de, dünya devriminin bir dünya diline sahip olması gerektiği görüşüne varmıştı; hem Pangeaca, hem de Esperanto öğrenmeye çalıştı.(Öğrenmek istemesinin nedeni Yahudi karşıtı Almanya ile düşman olmasıdır.)Başaramadı ve bu dilleri Sovyetler Birliği'nde yasakladı; fazla hevesli astlarının bastırdığı Pangeaca posta pullarının hemen imha edilmesini emretti. Ne Erasmus, ne de Philip Erskine, 1939 yılında Vilnius'taki bir hapishane hücresine giren bir Pangeanacı, bir Esperantocu ve bir Yahudiyle ilgili şu gerçek hikayeyi duyma fırsatına sahip olamadı. (Bu diller yapay dillerdir, Yahudilerin tek bir dil etrafında toplanması için üretilnişlerdir) (Ayrıca, bu diller ortaya çıktıktan sonra, tek bir dili kabul etmek için toplanmışlardır fakat hiçbir karara varamamışardır) "Şalom" dedi Yahudi. "Saluton" dedi Esperantocu. "İlakş" dedi Pangeanacı. Birbirlerini anlayamadılar ve hepsi açlıktan öldü.
Reklam
O akşam Londra'ya -bir şemsiye satıcısının pazarlama numarası gibi kokan- ılık bir nisan yağmuru yağarken,
Erskine hep merak ederdi: Londra sokaklarında dolanan bir tilki, kentteki değişiklikleri fark eder miydi; aldırır mıydı? Çimentoya, cama, düz çizgilere ve dik açılara baktığında, tıpkı bir kabusta olduğu gibi, çok yanlış bir şeyler olduğunu düşünür müydü?
131 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.