İkindi vakti Pencere kenarına oturup cıvıldayan kuşları ve çocukları seyrettim bugün.
Hava kararmaya ramak kala oradan oraya koşan çocuklar, çocukluğumu anımsattı bana .
Akşam ezanından sonraya kalmamak için büyük bir telaşla, bir aylık oyunu bir saate sığdırmaya çalıştığımız zamanları hatırladım.
“Akşam ezanından sonra dışarıya şeytanlar, cinler çıkar “ derdi büyüklerimiz.
Gerçekten de o safiyetle onların sözlerini öyle önemser öyle önemserdik ki .
Son oyunumuz dahi ” Ezan bitmeden evine ilk kim yetişecek” oyunu olurdu.
Bambaşka zamanlardı işte, anlatmakla bitmez ki.
Ve işten dönen babaları seyrettim bugün.
Kiminin elinde poşetler, kiminde bir ekmek, kiminin elleri boş …
Rabbim razı olsun onlardan eve ekmek getiren bir baba kadar kutsal bir şey var mı ki dünyada .
Ve Eve cân’ı ile gelen bir baba kadar şükre sebep bir durum…
Düşledim sonra, bir baba kapıyı çalınca elleri bomboş olsa bile, en değerli varlığını getirmemiş midir kapıya ?
Evet, evet
Bir baba o anda “cân”ını getirmemiş midir yanında...
Aslında önemli olan da tam bu değil midir ?
Uzunca tefekkür edip karar verdim ki;
"Dünyadaki en büyük mutluluk Kapı çaldığında önünde duran kişinin kim olduğu ve ne getirdiğinden ziyâde, Cân’ı ile orada durduğu imiş … "
Bunu düşünmek öyle mutlu etti ki beni, sizde mutlu olun istedim...