Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine yıkılıp seni göstermeyecek! Acaba bu duvarın arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş mu idi?
Odalar boş ve sağırdı. Duvarlar badanasız, odaya girince ağlamaklı oldum. Köşedeki masa üstünde annemin gelinlik fotoğrafı duruyordu. Pencere camlarından çocukluğumun hüznü bakıyordu bana. Duvarlarda taşlar şekilsiz. Biri uzun, öteki kısa. Uzun taşla kısa taş arasında yuvarlak taş ve alçı.Sonra yalpık taş, kabarık taş ve alçı.İki taş arasında bir delik; delikte kibrit çöpü. Ve ben. Ben taşlardan farksız, taşlar benden. Oda soğuk. Ben soğuk. Taş dizisinde ben de bir taş.Elimi kibrite uzatıyorum. Yok, taş değilim ben. Yanaklarım ıslanıyor. Ağlıyorum. Neden? “Çocuk olma” derler bana, ağladığımda. Âlâ âlâ. Bekleyeyim. Anam ölsün, babam ölsün; beşiğim çürüyüp toz olsun. Doksan beşimde de olsam, “çocuk olma” diyecekler bana ağladığında. Ağlamak için mutlaka çocuk mu olmak lazım?
“Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine yıkılıp seni göstermeyecek! Acaba bu duvarların arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş muydu?”
Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arkadaş varmış. Bugünden yarına geçinmek, gittikleri yerlerin birinden yüz bulsalar, beşinden kovulmak canlarına tak demiş. Alın teriyle kazanıp gönül rahatlığıyla yemeyi de gözlerine kestiremezlermiş, çünkü elleri işe yatkın değilmiş. Bir gün, uzun bir yolculuktan sonra, yüksekçe bir tepede
Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar (mezar taşı) o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine bana seni göstermeyecek! Acaba bu duvarın arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş muydu?
"Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine yıkılıp seni göstermeyecek! Acaba bu duvarın arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş muydu?"
Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arkadaş varmış. Bugünden yarına geçinmek, gittikleri yerlerin birinden yüz bulsalar, beşinden kovulmak canlarına tak demiş. Alın teriyle kazanıp gönül rahatlığıyla yemeyi de gözlerine kestiremezlermiş, çünkü elleri işe yatkın değilmiş. Bir gün, uzun bir yolculuktan sonra, yüksekçe bir tepede
Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine yıkılıp seni göstermeyecek! Acaba bu duvarın arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş mu idi?
Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine yıkılıp seni göstermeyecek! Acaba bu duvarın arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş muydu?
Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine yıkılıp seni göstermeyecek! Acaba bu duvarın arkası bir hiç, bir boş mu ve dâima boş muydu?