Susmak istiyorum hiç konuşmamak...
Uyumak istiyorum hiç uyanmamak...
Meğer ne çok kıymet verdiğim şeyler varmış meğer ne çok kıymetlim varmış...
Hayata eksik başladım derdim hep eksiğim derdim meğer ne kadar çok şeye sahip mişim kaybettikçe farkettim...
Uzun uzun konuşmak istiyorum...
Uzun uzun sadece sana susuyorum...
Bir yere gitmek istiyorum, o
⭕ Oğuz Atay adına Sahte Alıntılar derlemesi❗
Not: Alıntıları toplayan ben değilim, alıntıları derleyen kişiler, bizzat araştırma sonucu derlemiştir. Ben sadece teyit amaçlı, bir faydası dokunur umuduyla paylaşıyorum.
Ulaşmayı kolaylaştırmak açısından bio'ma da sabitleyeceğim...
____________________________________
Biliyor musun
Öncelikle arkadaşlar bu incelemeyi bir pedagog bir öğretmen veya bir eğitimci edasıyla yazmadığımı belirtmek isterim. Kaleme alırken bir sosyolog ve 20 yıl bu eğitim sisteminin içinde olan bir fert olarak kaleme aldım. Elimden geldiğince bilimselliğe girmemeye sadece kendi alanımın noktalarına değinmeye çalışacağım. Önce kitap hakkında sonrada
HAYAL KIRIKLIKLARI
Genç Werther’i okuyanların intihar ederek öldüğüne şahit olan bu dünya, Huzursuzluğun Kitabı’nı okuduktan sonra intihar edenlerle karşılaşmamışsa, bu işte bir terslik var demektir.
Şimdinin taş kesilmiş saydam duvarının içinden geçen ellerimiz, geçmişe kök salmış bir ağaç gibi sızlarken, ‘’Asla bir geleceğe sahip olmamış
TURUNCU
Soğuk bir kış gecesiydi. Doğa; yeni yılı beklemiş gibi biriktirdiği en sert ve soğuk rüzgarını üzerimize fırlatıyor, dişlerimizin gıcırdamasına yetecek kadar donuk bir hava dağıtıyordu. Rüzgarın uğuldayışı boşlukta süzülüp aceleyle yüzümü yalayarak geçiyor ve sırasını sonraki hava akımına bırakıyordu. Oldum olası bu sert ve kuru havadan
Sartre'ın Özgürlük Yolları serisi gibi
Hayko Cepkin'in Beni Büyüten Şarkılar albümü gibi beni 'Ben' yapan kitaplarıma inceleme yazma serisine başlamak istedim incelemeden de ziyade bir saygı duruşu ve gelecekteki 'Ben'e de ne olur ne olmaz diye kendini hatırlatma gayesi ve biraz da belki birilerine daha bir varoluş
Kitabı 45 günde okudum. Uzun bir süre farkındayım. Çünkü bitirmek için mücadele ettim. Daha önce de iki kez okuma girişimim başarısızlıkla sonuçlanmıştı :) Kitap için söylenecek o kadar çok şey var ki... Gerçekten çok ama çok etkilendim. Aynı zamanda Oğuz Atay gibi bir yazara sahip olduğumuz için çok gurur duydum.
Kitap toplamda dört bölümden
Güney Amerika tarih boyunca birçok sömürünün ve insan hakları gaspının adeta odak noktası haline gelmiştir. Portekiz ve İspanyolların bu kıtaya varışı beraberinde büyük bir dehşet getirmiştir. Yerli halk bu iki ulusun işgali altında onlarca yıl zulüm görmüş ve kendi memleketlerinde sanki başka bir memlekette yaşıyor gibi acılar çekmişlerdir.
Uzun zaman sonra ilk kez inceleme yazıyorum. İnceleme yazmama orucumu ancak Martin Eden gibi bir başyapıt bozabilirdi. Kitabı okumadan hakkında yapılan yorumları ve incelemeleri bildiğim için okuduğumda benim için en iyi Jack London eseri olacağına dair şüphem yoktu. Daha okumadan büyüsüne kapılmıştım. Öncesinde ise favorim
“Boş yere mücadele ettim!” diye söze başladı. “Faydası yok. Duygularımı bastıramıyorum. Size ne büyük bir tutkuyla hayran ve âşık olduğumu söylememe izin verin.”