Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve
O kadar gürültüsüz sevişiyordun ki kalbim etine vuruyordu.
"uyan! uyan! uyan!" duymuyordun. şu erkekliğin de olmasaydı
hiç kalkamayacaktı belki de sikim. sen boşalınca ben
ağlardım, ipekten bambaşka bir göle dönüşürdü yatak. kıçını
çevirip uyurdun, yalnızlığımı deliğine dayarken
kalabalıklar kayardı gözlerinden. kutsal metinlere göre
topraktan yaratılmıştık, senin de yalnızlığını kabul edip
gömülürdüm etine. her kavuşmada farklı evlatlar doğururduk,
korkuyorsak gözleri çok büyük, hüzünlüysek tepeden tırnağa
yaşlı olurlardı. her kavuşmada kan dökülür gibi dökülürdü
saçlarım koynuna. sense sürekli dövülürdün, sürekli kurşuna
dizilirdin hayatının bana çıkmayan sokaklarında. belki de
buydu sebebi, babaya boyun eğer gibi pes edişlerinin ve her
fırsatta evden kaçan çocuk gibi beni terk edişlerinin. bu
yüzden her sigaranı söndürdüğünde gördüğüm her şey
ıssızlaşırdı. radyoda siyah-beyaz şarkılar başlar,
siyah-beyaz manzarada çocuklar kaybolur ve kaybetme
korkumun simsiyah evreninde yalnız renkli gözlerin kalırdı
tanıdık. mutlu olurdum.
yapacak bir şey bulamadığımda itiraf edebileceğim şeyler
arardım hayatımda. artık güneşin arkasında olduğumuz
konusunu açmıyordum. artık kalbinin bir girdap olduğunu
söylemiyordum. değişmiştim. ilk kez birlikte uyandığımız
sabah, soğuk yatağından sıçrayan bir nehir gibi gitmiştin
ve dalgalar şehirden denize doğru kabarmaya başlamıştı.
asla gösteremedim.
"Yolda, bir vitrinin önünden geçerken gözüm camdaki görüntüme takıldı, öğretmenim: Gömleğimin arkası, pantalonumun üstünden sarkıyordu, pantalonum da boru gibi olmuştu. Ayaklarıma baktım: Bütün gün tozlu yollarda dolaştığımı anladım, ayakkabımın, ayağımı acıttığını anladım. Bir kadın geçti vitrinden, bana bakmadan geçti. Yahu, ben ne kadar
Geçiyordum burdan
Hızlı adımlarım, nefesim kesik
İlk evvel çimenlere aldandım
Sonra rüzgara
En çok saçlarına
Çizgi dudaklarına
Kan tutardı beni çocukken
-Uyanırım her hakikatten,düşlerime dökülürken saçların...
Taşların çarpsın,çarpsın da durulsun,
Zihnimde bir dalga oluversin bakışların.
Hangi rüzgarda savrulsun savrulsun,
Bahtıma bir kördüğüm olur şimdi saçların...
Her akşamüstü çehrene yazılsa da satırlar,
Gözlerinin rengiyle anılsa da satırlar,
Gözlerinden doğuyor sanılsa da satırlar,
Her
Hayat seni,
sevmediğinle seviştirir,
sevdiğinle savaştırır…
Kalbinin sahibi ile değil,
mecburiyetin izniyle evlenirsin…
Gönlünün hayır dediğine evet der dilin.
Ömrünün geri kalanını,
aynı evde, aynı odada, aynı masada, aynı yatakta,
ama sana dünyalar kadar uzak olan biriyle yaşarsın…
Kalbini kürtaj ettirmiş bir mahkum gibi,
dolanır durursun kendi
Çizdiklerini, boyadıklarını, hayallerini, umutlarını, içinden geçen ne varsa işte sokakta sergileyerek geçimini sağlamaya çalışan bir ressam var. Çınar ağaçlarının, at kestanelerinin altında, sokağın örümcek ağı kaplamış, hayal kırıklığı kokan köşesinde.
Dalgın, yorgun, biraz da uykusuz gözlerle elindeki çay bardağının derininde kaybolmuş, nefesi
“Evet, dans etmek yeniden dönecek hayatımıza, dans etmeyi sonsuza dek yasaklayamazlar.”
Hadi başlayalım! Standart bir girizgah yapalım ve Damızlık Kızın Öyküsü ile Ahitler arasında 15 yıl olduğunu söyleyelim önce. Offred’in kurtuluşunun ardından 15 yıl geçmiş, diğer bir deyişle. 15 yılda, dışarıdan erdem timsali olan, fakat aslında içi, yaşlı bir
youtu.be/gEfW7EbmlDo
Boyalı da saçların ruhuma dolanırken, tel tel
Boğuluyorum ama yok ilacı bunun, tez gel
Kollarında kördüğümler, çözülmez mi gönül?
Ağrısında durur cevabı ama bakmıyor iki gözüm
Her müphem bir fırtına, olur kalır izi