Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken bir yandan da onlarla sobbet ediyor, "Nerelisin?", "Kaç kardeş siniz?" gibi sorular soruyordu. Gözleri bir ara, saçının ortası kırmızı olan bir delikanlıya takıldı. Delikanlıyı yanına çağırdı ve merakla sordu: "Adın ne senin evladım?" Delikanlı, hazır ol
Schopenhauer haklıydı, diye geçiriyor aklından. Yaşamın kendine özgü gücü, kendine özgü zorunlulukları olduğu düşüncesi. Yeni olan, kompresörlü bir silindir gibi ortaya çıkıp katıksız bir masumiyet ve sevinçle yaşlı olanı eziyor. Her dönemin arzuları ve düşünceleri birbirinden farklı olsa da, böyle geldi ve böyle gidecek.
Reklam
Kadına , kadının yerine dair...
Cennet Kadın yanı sıra geliyor. Kır Abbas nereye giderse gidecek gibi; o durursa duruyor, yürürse yürüyor. Başını eğmiş, belini bükmüş yürüyor. Belki altmış, belki yetmiş yıl önce Tozak'ta doğmuş; altmış yetmiş yıldır kâh yeni doğan taylar gibi koşarak kâh üç örgülü saçını döşüne döküp Cennet kuyusundan, körelmeden önce Ümmet kuyusundan sular çekerek, doldurduğu tuluğu sırtına vurup şu karşıda dizili evlerden önce birinin, sonra ötekinin kapısına taşıyarak; bir yıl Tozak kırında, bir yıl Avşar yolunda dört büklüm orak biçerek; yırtık yamayarak, sökük dikerek; düğün olmuşsa halay çekerek,sel gelmişse çırpınıp ağlayarak; uzun askerlik yıllarını, savaşları, seferberlikleri bu "yıkılası" damların altında uykusu gelmeyen bir kumru kuşu gibi bekleyerek, kocasının kendisi mi , künyesi mi gelecek bilmeyerek; kendisi geldiği yıldan beri de hep onun yanı sıra yürüyerek; doğurduklarını büyüten, büyüttüklerini uçurup komşu evlere konduran; bir gün bile işten kalmadan, bir gün bile beş dakika fazla uyumadan, bir gün bile beş dakika "hülya" kurmadan, bir gün bile güneşten arkaya kalmadan,köyden dışarı bir kezcik adım atmadan; erkeklerin Yüzbir'de duran otobüslere, minibüslere binerek gittiği kasabaya bir kez bile gitmeden; hep aynı aşları pişirip aynı ekmekleri ederek; azarlanınca susan ,sevince utanan, küsülünce barışmam diye yükünü yücelere yığmadan; şu dağ yelleri gibi kâh esen kâh tozan, günü gününe uymayan Kır Abbas'ın yanı sıra, böyle sabırla, böyle sessiz, geride kalmadan yürüyüp geldi. Gene yürüyor.
Masum Anadolu'nun saf çocuğu! Sen bunlara üzülme, ye'se de düşme! Bu dünya böyle geldi, böyle gidecek, mevsim bazen bahara bazen de kışa düşecek. Ölüm senin için akrebin kıskacından kurtuluş, onların ise ebedî azabının başlangıç günü olacak.
‌"Stoacılar Felsefeyi üçe ayırır: Mantık, Fizik ve Ahlak. Stoacılara göre felsefe yaşayan bir canlıdır. Mantık, bu canlının kemiklerini ve sinirlerini, Fizik etli bölgelerini, Ahlaksa ruhunu oluşturur. Stoacılar bunlar arasındaki ilişkiyi şöyle ifade eder: "En üstün iyi, erdemdir; erdem doğayla uyumlu yaşamaktır, doğayla uyumlu yaşama,
Âşık olmanın planlanabilir bir şey olduğunu sanmakla yanlış yaptığını biliyor. Şükran'la mutlu olunabilir, zamanla ona âşık olunabilir demişti. Oysa öyle bir şey yokmuş, aşk bir yıldırımmış, şanslıysan çarpılırmışsın, değilsen yanındakinin başına düşermiş. Beklediği yıldırımın başına düşeceğini zannederek evlendiği gün, içinde sadece hafif bir kıpırtı hissedince aşkın bundan çok daha fazla bir şey olduğunu anlamalıydı. Anladı aslında; ama anladığı şeye inanmak istemedi. İnanırsa ailesini yüzüstü bırakıp gitmesi gerekirdi. Ne gidecek cesareti vardı ne de vicdanı elverirdi buna, o da anlamazdan geldi. Hayatı yürütmenin en kolay yolu bu diye düşünüyor şimdi, anlamazdan gelmek, görmezden gelmek, duymazdan gelmek. Hayatı böyle devam ettirebiliyor. Olmuşları olmamış farz ederek ya da tam tersi. Bu da iyi bir hayat olabilir dediği şey için elinden geleni yapmadı denemez, yaptı. En azından başlangıçta çok gayret etti. Otelle ilgilendi, patronluk taslamaya çalıştı, borçlandı, borçlarını ödedi, evlendi, çocuk yaptı, gene borçlandı, iyi kötü evine baktı. Ama kendini ne kadar zorlasa da mutluluğa inanmadı. Bir gün ansızın yazgısının bu şehri çevreleyen dağların arasında sonunu beklemek olduğunu anladı, anlayınca da her şeye boşverdi.
Sayfa 33 - 34Kitabı okudu
Reklam
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
İnsan hayatı hep böyle geldi ve böyle gidecek. Toplanıp bir araya gelinecek, dağılıp parçalanacak. Kimileri ölürken, kimileri doğacak. Bir bakarsın, nefret sökün eder; bir bakarsın sevgi coşar.
Esirlerin salıverilmesinden sonra Tiflis'te çıkan Kafkas adlı ga­zetede, avulda geçirdikleri esaret günlerinin hikayesi yayınlan­dı. Gazetenin yazdığına göre "ilk akşam, tanışmayla geçti." Bu denli dehşet verici bir akşamı, sosyal kaynaşma çağrışımı yapan bir ifadeyle tarif etmeleri ilginç. Fakat Şamil, daha ilk günden esirlere
Köylülerin Örgütlenmesi
Arkadaşlar! Bilirsiniz ki şimdiye kadar, birçok yerler elimizden gitti. Tuna Vilayeti, Bosna ne oldu? Oradaki ahalinin canlarını kurtarmak için mallarını bırakarak kaçtıklarını bilirsiniz. Bunlar ne oldu? Geldiler, bu yerlere sığındılar. Fakat, ekserisi aç çıplak. İşte şimdi bizim de başımıza bu belalar gelecek gibi görünüyor. Hükümetin
Reklam
Tokat'ta Ortaokul: İlk Gazetem Yaltırık'ı Çıkartıyorum Tokat'ta en büyük kazancım Yekta [Güngör Özden] olmuştur. Yekta ile Tokat'ta tanıştık. En eski arkadaşım Türkiye'de halen Yekta'dır benim. Yekta da Tokat Lisesi'nde. Ben ortaokul 3'deyken o Lise 1'deydi, leylîydi [yatılı]. Oradan ahbap
Kastamonu'da Lise: Komünistlerle İlk Mücadele Kastamonu'da lisedeyken pul merakım vardı, İstanbul'dan pul getirtmeye başladım, arkadaşım vasıtasıyla ve iyi paraya Kastamonu'da esnafa satmaya başladım. O paradan annemin "Oğlum babana şuradan acele para ver" deyip de para verdirttiğini hatırlıyorum. "Sonra alırsın
Kastamonu'da Lise: Komünistlerle İlk Mücadele Kastamonu'da lisedeyken pul merakım vardı, İstanbul'dan pul getirtmeye başladım, arkadaşım vasıtasıyla ve iyi paraya Kastamonu'da esnafa satmaya başladım. O paradan annemin "Oğlum babana şuradan acele para ver" deyip de para verdirttiğini hatırlıyorum. "Sonra alırsın
Ka’b b. Mâlik Radıyallahu anhın tebük seferinden geri kalışı
Kâ’b İbni Mâlik -radıyallahu anh- gözlerini kaybettiği zaman onu elinden tutup götürme görevini üstlenen oğlu Abdullah’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte Tebük Gazvesi’ne katılmadığına dair mâcerasını Kâ`b İbni Mâlik’ten -radıyallahu anh- şöyle anlatırken duydum: Resûlullah’ın
Kocakarı ile Ömer
Üstad-ı necibim Ali Ekrem Bey'e Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?.. O sahabiyi dinleyin, şimdi: "Bir karanlık geceydi pek de ayaz..
Resim