''İmparator Kostantin'in başı bir Türk sipahinin kılıç vuruşuyla yere düşürülmüştü. Ve Yahya Kemal'e: ''Düşsün çelengi Rumun, eğilsin seri frenk Vur Türkü gönderen yedi takdir aşkına" destanını söyletecek büyük hadise olmuştu. Türk ordusu, vuruşa vuruşa Divanyolu'na ve oradan Ayasofya'ya doğru ilerliyordu. Biraz sonra çan yerine ezan sesleri yükselmeye başladı. Bizans düşmüştü. Böylelikle: Cetlerimizin bembeyaz şimşekler gibi parlayan yalın kılıçları, orta çağların karanlıklarını boğdular ve insanlığa, yeni çağ denilen asırları armağan ettiler. Fatih ölebilir mi? Fatih'in etrafındaki Türk şehitleriyle, gazileri, ölebilirler mi? Nitekim ölmediler de! Yalnız kendi tarihlerinde, Türk tarihinde değil, dünyanın en büyük olayı olarak yabancı tarihlerde de dünkü büyüklük ve haybetleriyle yaşamaktadırlar. Bana: Padişah destanlarından zevk alıyorsun.. Sen nasıl Cumhuriyetcisin, demeyiniz. Ben Cumhuriyetçiyim ve Cumhuriyetçi olarak öleceğim. Bu mutlak ve muhakkaktır. Ancak benim Cumhuriyetçiliğim, millî tarihimin, millî destanlarımın şereflerini, fetihlerini inkâr etmek anlamına gelmez. Asla!... Hatta tarihime ait kabahatleri de benimserim. Tarih bir küldür, bu mirası toptan benimserim. Fatihler, Selimler Türkün birer övünme, şeref destanlarıdır. İnsan olarak insanlığın bile.''
''Kaytaklık, aman vermeden tepelenmelidir. Ve tepeleme ameliyesi kaytaklığın şeflerini bir ayak evvel imha ile başlamalıdır. Bu ne kadar erken yapılırsa başarı o kadar çabuk elde edilir. Şeflerden maksadım, kaytaklığı gizli ve açıktan idare edenlerdir. Patrona, Kabakçı Mustafa, Şeyh Sait kaytaklıklarında bu rol yerine getirildi. Meselâ: İlk iş olarak Kabakçı'nın kellesi koparıldı. Ve kaytaklık derhal başından vurulmuş gibi yere serildi. Alâmdar ordusu İstanbul'a girdiği zaman savaşa lüzum kalmamıştı. O, kaytaklığın cesedi üzerinde yürüdü. Bunun bir faydası da, iyiyi, kötüyü ayırt etmekten âciz insanların kanına girmemektir. Ele başılar iş başında kaldıkça direnme artar ve kan dökülmesine yol açar. Bunlar ortadan kaldırılınca etrafları da çil yavrusu gibi dağılır. Ve bu yalnız kaytaklıkta değil, her harekette böyledir. Meselâ: İhtilâli başarılı kılmak için, şefleri her türlü tehlikeden korumak en başta gelen ödevlerdendir. Kabakçı Mustafa vak'asına ön gelen Patrona Halil kaytaklığını kışkırtanlar da hocalar idi. Bunların yapıcı âletleri de yine Yeniçerilerdi. Onların da gûya şeriatla görülecek davaları vardı.''
Reklam
Mustafa Kemal, başta Türk ordusu olmak üzere stratejik kurumların yabancı kurullarca denetlenmesi, oryante edilmesi hususuna sürekli olarak muhalefet ediyordu. Bunun Türk'ü aşağılamak olduğunu söylüyor ve bir milletin yazgısının onur kırıcı bir biçimde yabancı bir millete bırakılmasından duyduğu endişeyi ifade ediyordu. Çok kısa zaman sonra Osmanlı Devleti'nin en büyük askeri hezimeti Balkan Savaşı yaşanacak, Alman kurmayların idaresindeki Osmanlı ordusunun durumu hiç istemediği halde onu haklı çıkartacaktı. Sadece taktik anlamda değil, kendilerine kurdukları özellikle lojistik sistemi ile Osmanlı ordusu, Almanya'nın zerre kadar umurunda değildi.
Yunan, İngiliz, Hilafet Ordusu vs Milliciler
Mustafa Kemal köşeye sıkıştırılmış soylu bir kurt gibi dövüşüyordu. Ne soru sordu, ne de merhamet gösterdi. Padişah'ın adamlarından her eline geçeni idama mahkum etti. Milliciler başarısız olursa ne yapacağını soran bir Amerikalı generale sert bir tavırla şu cevabı vermişti: ''Yaşamı ve bağımsızlığı için en büyük fedakarlığı yapan bir millet başarısız olamaz. Yenilgi demek, milletin ölümü demektir.''
Sayfa 129
Harzemşahlar
Harzemşahlar Devleti görünüşte Asya'nın en güçlü devleti olmasına karşın, içte çürük bir yapıya dayanıyordu. Yönetimde ve aile içindeki çekişmeler orduda düzen, disiplin bırakmamıştı. Komutanlar ve yöneticiler arasında çekememezlik alıp yürümüştü, imparatorluğu oluşturan çeşitli boylar arasında düşmanlıklar sarmıştı. Mezhep çatışmaları ülkeyi
Azeriler
Sonuçta Azerbaycan bir şeyler bekliyordu. O da Osmanlı ordusu ile Osmanlı aydınları arasında milliyetçi duyguların yardımı ile olacaktı. Açıkçası, Osmanlı Ordusu gelip savaşlar yapacak, kanlar dökecek, Azerbaycan'daki kardeşlerini kurtaracaktı. Ardından da tek dil, tek kültür, tek din ve tek ülkü temeli üzerine bir Azerbaycan Devleti tarihte yerini alacaktı. 28 Mayıs 1918'de Kuzey Azerbaycan'da bağımsız Milli Azerbaycan Cumhuriyeti, kuruldu. Geçici hükumetin başkanlığına M. Emin Resulzâde getirildi. Devlet Ulusal An ile tüm dünyaya açıklandı. Buna göre: Azerbaycan halkı bağımsız yaşama hakkına sahiptir. Bundan sonra Azerbaycan, hukuksal olarak bağımsız bir devlettir. Devletin yönetim biçimi halk cumhuriyetidir. Azerbaycan devleti ulusal ayrım yapmadan, tüm yurttaşlarına eşit işlem yapar. Tüm devletlerle dostluk ilişkisi kurabilir. Azerbaycan içindeki öbür uluslara yaşama alanı tanır. Yeni bir meclis toplanıncaya değin geçici bir hükumet oluşturur."
Reklam
96 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.