İnsan başkalarının yaşadığı tecrübelere güvenemez , güvenmek için ise hazır denenmiş olanları bizzat denemek ister ve halbuki bu tecrübeden, pişmanlıktan başka bir şey hasıl olmaz.
Ömrümüz o kadar azdır ki bu alemde en şiddetli ihtiyaçla muhtaç olduğumuz tecrübeleri bizzat yaşayarak onlardan edilecek istifadeyi etmeye süresi yeterli değildir. Başkalarının tecrübelerini kabul edip önemsersek belki rahatça, serbestçe, namusluca yaşayabilmeye muvaffak oluruz.
Tarihte kadere ya da tüm ipleri elinde tutan, her şeyi görüp her şeyi bilen muazzam bir güce inanmayan tek bir kültür bile yoktu. Bunun son versiyonu hayatın bir bilgisayar simülasyonundan ibaret olduğu inancıydı. Bu da insanın hayal gücünün ne denli kısıtlı olduğunun kanıtıydı: bilgisayarların yerine Yunan tanrılarını koyarsanız değişen hiçbir şey olmuyordu. Birkaç yüzyılda dağın tepesinde yaşayan kutsal tanrılardan bir avuç tele terfi etmiştik fakat insanın tapma içgüdüsü, yaptığı hataların sorumluluğunu havsalasının almadığı, hayal bile edemediği kadar büyük ve Bilge bir varlığa atfetme ihtiyacı hala aynıydı.