“Başka bir gezegene, oradaki kayaların yapısını incelemek için araç gönderebilecek kapasiteye sahip bu şizofrenik insanlık, milyonlarca insanın açlıktan ölmesini umursamayabiliyor. Mars’a gitmek, yanı başındaki komşuya gitmekten daha kolay görünüyor.” Demiş Jose Saramago 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan sonraki konuşmasında. Aslında
Tatar Çölü, yalnızlığın, yanlış tercihlerin, alışmanın, vazgeçememenin, beklemenin, umut etmenin, acı çekmenin, özlemenin, yaşamın, ölümün kitabı... Kısacası insan hayatı içerisinde yer alan en gerçek duyguların kitabı.
Yalnızlık ömür boyudur. İnsan ne kadar büyük kalabalıklar içerisinde bulunursa bulunsun yalnızdır. Ne yaparsa yapsın bu uçsuz
Bir insanla tanıştandığında zihninde bir roman karakteri canlanıyor mu? Ya da bir gezide ilk defa gördüğün bir manzara okuduğun bir romanın anlatığı mekanın kokusunu duyuruyor mu? Tam tersi de olabilir yani. Okuduğun bir romanda ki karakteri gerçek hayatta birileri ile kıyaslama gibi. Hayatının odak noktasına kitapları koymuş çoğu okuyucu kısmen
Anne ve babanızın cinsel birleşmesi sonucu sizin doğma olasılığınız
yaklaşık olarak yüz milyonda birdir. Aynı şey anne veya babanız için de
geçerlidir. Yani büyük anne ve büyük babanızın cinsel birleşmesi sonucu
annenizin veya babanızın doğma olasılığı yine yüz milyonda birdir ve aynı
şey, büyük anne veya büyük babanız için de geçerlidir. Bu
1900 lü yılların başında yayınlanmış olan bu kitap, Fransız yazarın o dönemdeki Fransız halkının yaşadığı sorunları temel alarak, bu sorunların hepsini tembellik ve iradeyle alakalı zeminlere oturtup, çözümüne ilişkin tezler sunmuştur. Kitabı okurken en çok içerlediğim nokta ise 1900 lü yılların Fransa'sında var olan yozlaşmaların, günümüz
Gitgide alışıyorum sana....
Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz...
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin...
Yanımda olduğun zamanlar;
Sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor,
Alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun...
Durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan...
Alışkanlıklar daima korkutur beni...
Düşün ki ben yaşamaya bile
Çocukken annem bana "seni istemiyorduk da oldun işte" derdi. Kendimi sanki istenmeden alınan bir eşya gibi hissederdim😊 hep annemin babamın gözüne girmek için çabalar sarfettim amacım bu dünyaya getirdiklerine pişman olmasınlar diye uğraşmaktı onları memnun etme çabası.Sonra büyüdükçe bu alışkanlık haline geldi anne,baba,kardeş, arkadaş,eş,evlat ve bütün insanlarla ilişkilerde bu kendimi insanları mutlu etmeye gayret etme çabasına dönüştü, bunun çok yorucu birşey olduğunu farkettiğimde iş işten geçmiş yıpranmış ve yorgun buldum kendimi. Umarım 40 yaş başkalarını memnun etmeye yetmiştirde kalan hayattada kendimi memnun ederim😊.Lütfen çocuklarımıza söylediğimiz kelimelere dikkat edelim bu onların hayat tarzı olabilir.Saygılar...
Ünlü bir kimsenin yaşamını, bir yazarın, sanatçının yaşamını ve yapıtlarını ya da herhangi bir alanda tek bir konuyu ele alan ve onu özgün bir görüşle inceleyen uzunca inceleme yazısı türünde (monografi) bir Zwing kitabı.
Sebastian CASTELLIO, fanatik dogmacılığı yüzünden, yalnız ve korunmasız bir insanı (Serveto) ve bu insanla birlikte Reform
"Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini yatağında kocaman bir böceğe dönüşmüş buldu." Franz Kafka'nın en çok okunan eseri Dönüşüm, bu, son derece etkili cümle ile başlar. Kitap reyonlarında, Dönüşüm'ün ününden bihaber dolaşan bir okur, eminim onu eline alıp bu cümleyi okuduğunda şaşıracak ve bu hikayenin devamını
Başarılı İnsanlar Televizyon İzlemek Yerine Kitap Okurlar 🙂🕊️📚
Yapılan araştırmalara göre çok başarılı olan insanların yaklaşık olarak %67’si günde 1 saatten az televizyon izlemekte. Maddi imkanları kötü olan kişilerin %78’i reality şovları izlerken durumu iyi olanlarda bu oran ise %6. Bununla birlikte başarılı olan insanların %88’i günlük en az yarım saat kitap okumayı alışkanlık haline getirmekte.
#alıntı
Yüksek müsaadenizle bugün biraz kendinden bahsetmek istiyorum. Sizlere derinin altında sıkışıp kalan bir cam kırığından bahseder gibi, hayatımdan bahsedeceğim. Bu hiç bir şeyi değiştirmeyecek. Beni anlamayacaksınız, sadece ara sıra bardağınızdaki kadehlerden yudumlar alıp, yüzünüze beni dinlediğinizi belirten mimikler konduracaksınız. Abiler,
"Markette meyve seçerken en alttakilerini, görünmeyen diplerdekini almaya çalıştığımı farkettim. Bu alışkanlık bana kimden geçti diye yoklamama gerek bile kalmadı. Tabi ki babaannem💙 "Önlerde olanları alma, göz kalmıştır onlarda. Alan olur, almayan olur. Canı çekmiştir, hasta olduğu için yiyemiyordur" derdi. Hepsinin bakışından, dokunuşundan bir his kalmıştır. Bu hisler yiyeni mutlaka etkileyecektir. Bunun gelenekten gelen naif bir düşünce olduğunu kabul etmek gerek. Şimdi olayı meyvelere olan etkisinden, insanlara olanına çevirip düşünelim. Bazı insanların bakışı ve dokunuşu şifa gibi gelirken, bazılarının bir o kadar ağır ve rahatsız edicidir. Bunun nedeni belki imreniş, belki hasettir ki her şeyin maddi manevi karşılığı olduğunu da düşünürsek karşı tarafında imrendirme arzusunun olduğu ihtimallerden. Bu da tarafların imtihanı, egosuyla mücadelesi elbet. Bize düşen herkesin iyiliğini isteyen ve yaşadığı güzellikleri başkalarınında yaşamasını arzu eden, temiz kalplerin çoğalmasını temenni etmek. Allah iyilerden eylesin ve her daim iyilerle karşılaştırsın ! 🙏☺️✌️🖌
“Ne var ki kaderin tüm beklentilerimi yerine getirmesi ve benim de bunun ötesinde hiçbir şey talep etmeyişim bir alışkanlık haline geldiğinden bu hal giderek yaşamımda bir heyecan eksikliğine ve cansızlaşmaya yol açtı. O dönemde bazı yarı farkındalık anlarında bilincine tam varmadan içimde özlemini çektiğim şey arzulardan ziyade, arzulama arzusuydu; daha güçlü, daha bağımsız, daha tutkulu, daha doyumsuz istek duyma, daha yoğun yaşama, belki de acı çekme ihtiyacıydı. Fazlasıyla aklı başında bir yöntemle varoluşumdan bütün çelişkileri uzaklaştırmıştım ve bu çelişki yokluğu canlılığımı söndürüyordu. İsteklerimin giderek daha da azaldığını ve zayıfladığını, duygularıma bir tür donukluğun yerleştiğini görüyordum; belki de en iyisi şöyle ifade edecek olursam, bir tür ruhsal iktidarsızlık ve yaşamda tutkuyla yer alabilme yetersizliği hissettiğimi söyleyebilirim.”