Kıyam - Et U Benim tüm sayılı olasılıklar içinden iradi seçimim, benim kaderimi oluşturur. Yani "kader (takdir edilen)" yine benim iradi seçimimden dolayı doğmuş olacaktır. Bu o an itibariyle, o sonucun doğması sebebiyle, yazılmış kaderim (kaza) haline gelecektir ancak bu, bu olayı Allah'ın bizim irademizi bağlayarak "yazmasından" ötürü değil, tam tersi bana verdiği irade özgürlüğünde benim o fiili yapmayı "seçmemden" ötürüdür. Cüzi irademle yaptığım benim tercihimdir. Çalışırsam takdir alırım. Bu da bana yazılı bir plaketle dönem sonu verilir. Çalışmaya niyet etmiş, o yönde fiiller uygulamışımdır ve bu yüzden bu takdiri almışımdır. İşte o yazılı olan benim iradi seçimim, dolayısıyla takdir edilen sonuçtur. İşte buna da kader denir..
Arachnoid Mater, serinin ilk kitabı olan Pia Mater'a kıyasla çok daha fazla bilimsel bilgi barındırıyordu. Tabii, bunun ikinci kitapta ortaya çıkan Neon isimli bir bilim tarikatının tabiri caizse herkesin hayatının içinden geçmesiyle çok alakası var. Ben bilimsel makaleler ve bilgiler okumayı çok seviyorum ama benim kadar sevmeyenler ikinci kitabı okurken bu bilimsel bilgi yoğunluğundan sıkılabilirler. Yine de kitabının türünün nöro-roman olduğu da unutulmamalı nihayetinde. Bu kitapta kurgu yönünün biraz eksik kaldığını ve karakterlerden uzaklaşıldığını hissettiğim yerler oldu, sonlara doğru bu durum toparlandı gerçi ama bir yirmi otuz sayfayı "Hadi, sadede mi gelsek artık?" diye okumadım dersem de yalan olur. Şahsen bu kitapla bilimin geldiği ve gelebileceği nokta konusunda dehşete düştüm. Güç, bilgili ama bilge olmaktan uzak kişilerin eline verildiğinde çok büyük bir kitle imha silahına dönüşebiliyor. Bu zaten hepimizin bildiği bir şey ama bu kadar değişik ve iddialı bir zihni sanırım ilk defa bu kitapta gördüm, kimden bahsettiğimi okuyanlar hemen anladı bile bence. Okumayanlar da azıcık merak etsinler. Pia Mater'de okurken çok etkilenerek altını çizdiğim cümleler vardı, Arachnoid'te altını çizdiğim çok fazla yer olmadı çünkü ikinci kitap ilk kitap kadar duygusal yoğunluk içermiyordu bence. Bunun eksikliğini biraz hissettim ama bölüm başında yer alan sözlere ilk kitapta bayıldığım gibi bu kitapta da aşırı bayıldım, o kısımlarda yer alan sözlerle ilgili düşüncelerimi not etmek hobim oldu.
O halde neden evlenmedim? Her yerde olduğu gibi tek tük engeller çıktı, ama yaşam bu engellere yaklaşımdan ibarettir. Ancak koşullardan ne yazık ki bağımsız olan asıl engel, benim evliliğe ruhen açıkça yatkın olmayışımdı. Bu, evliliğe karar vermemle birlikte uykularımın kaçmasıyla kendini gösteriyor; başım gece gündüz yanıyor, yaşamım yaşam olmaktan çıkıyor, çaresizlik içinde bocalayıp duruyorum. Buna yol açan kaygılarım değil aslında, ağırkanlılığıma ve kılı kırk yarmama baglı olarak da sayısız kaygılar eşlik ediyor bu duruma, ancak önemli olan bunlar değil; gerçi böcekler gibi ceset üzerindeki işlerini yerine getiriyorlar, ancak önemli bir şekilde etkilenmem başka bir şeyden oluyor. Korkunun, zayıflığın, kendini hor görmenin genel bir baskısı bu.
Bir annenin davranışlarının çocuklarlarını ve hatta onların çocuklarını nasıl olumsuz etkileyebileceğinin hikayesi.
Anneanne Sabiha, kendisi güzel olduğu için (‘Rusuz ya biz’) dünyanın kendi etrafında dönmesi gerektiğini zanneden, dünya kendine uymayınca da bu durumla nasıl baş edeceğini bilemeyip uyuyarak kendi içine kapanan, narsistik kişilik spektrumunda nevrotik bir kadın.
İşte Sezin bu kadının kızı…
Füsun da Sezin’in.
Başlangıçta kimin kim olduğunu anlamakta çok zorlandım. Sonra bir aile ağacı çıkardım.
Sabiha ile Saliha kardeş.
Sezin ile Muhsin Sabiha ile Mürsel’in çocukları.
Semiş ile Filiz Sezin ile Haluk’un çocukları.
Kitap üç bölümden oluşuyor. Her ne kadar ikinci bölümde öğrendiklerimi çok şaşırtıcı bulsam da benim için birinci bölüm özellikle Sabiha’nın iç savaşları oldukça keyifli ve yeterliydi. Füsun’un öyküsü hiç uzatılmasa daha iyi olurdu.
Her kadının mutlaka kendinden bir şeyler bulabileceği bir kitap.
KabukZeynep Kaçar · Doğan Kitap · 20213,102 okunma
“Bazen birinin beni, benim onu istediğim kadar isteyebileceğini inanmakta zorlanıyorum. Senin gibi muhteşem birinin hayatıma girebileceğini hiç düşünmemiştim. Bunun beni daha iyi bir insan yapmasını istiyorum ve üzerinde çalışıyorum. Bu yönüm seni incitti ve şu hayatta en son isteyeceğim şey seni incitmek.”
Evlenmek, bir aile kurmak, doğmak isteyen bütün çocukları kabullenmek, bu güvenilmez dünyada onları var etmek ve hatta biraz da yol göstermek benim inancıma göre bir insanın ulaşabileceği en yüksek noktadır.
Bir kuş kırık kanatlarıyla nasıl uçamazsa, acı içinde biri de bir komşunun acısıyla avunamaz! Bu dost benim ruhumun arkadaşı ve daha şimdiden onun vefalı omuzlarına belini bükecek kadar ağır bir mutsuzluk yükledim! Karanlıktan başka bir şey göremeyecek kadar gözyaşlarımla doldurdum gözlerini! Sevdiğim ve beni seven bir kardeşimdir o. Yine de, bütün kardeşler gibi acımı paylaşır ama dindiremez. Benimle birlikte ağlar, bana destek olur ama gözyaşlarımı daha da acılaştırır, yüreğimi daha da kederlendirir!
"Bu romanı büyük bestekârımız Eyyubi Bekir Ağa'nın ruhuna ithaf ediyorum" AHT
Mahur Türk müziği makamlarının en önemlilerinden biri, Tanpınar'ın romanlarında Ebubekir Ağa'nın, Dede Efendi'nin ve Neşati'nin mahur besteleri geçiyor.
“Gittin amma ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı
Şu anda ben sana o kadar aşığım ki bu cihan cihan olalı ve cihan içinde kadın ve erkek yaratılalı hiçbir kimse hiçbir kıza benim sana aşık olduğum kadar aşık olmamıştır.
Gerçek söylüyorum ki beni kendine eş edecek olursan bütün ömrümde seni taparcasına sevmeye bir dakika ara vermeyeceğim.
Ebû Bekr bin Ali bin Abdullah, bir zâtın şöyle anlattığını nakletmiştir: "Bir Cumâ günü Cumâ namazı kılmak için mescide gitmiştim. Önümdeki safta vekarlı, huşû' sâhibi bir zât gördüm. Devamlı namaz kılıyordu. Cumâ namazının başlamasına kadar nâfile namaz kıldı. Heybetinden, kalbimde ona karşı bir muhabbet hâsıl oldu. Sonra Cumâ namazı kılmaya kalktık. O gördüğüm zât, tedirgin bir hâlde elbisesine bürünerek, hep kendini birinden gizliyordu. Namazdan sonra sebebini sordum. Şöyle dedi. Benim bir zâta borcum var. Bu sebeple mahcûbiyetimden böyle yapıyorum, dedi. Kime borcun var dedim. Şu arkamda duran zâta dedi. Meğer alacaklı olan zât, Da'lec bin Ahmed imiş. Bu sözleri Da'lec bin Ahmed'in o safta bulunan bir arkadaşı işiterek, gidip durumunu ona anlattı. Da'lec bin Ahmed de, bu zâtı evine getirmesini söyledi. Evine gittiklerinde yemek ikrâm edip, borçlu zâta; "Senin borcun unutuldu." diyerek alacağını bağışladı. Ayrıca beş bin dirhem de hediye verdi ve; "Mescidde beni görüp, borçlu olduğundan dolayı üzülüp sıkıntıya düştüğün için hakkını helâl et." dedi.
Yalnız kaldım tek başıma,
Üzdü mü sandınız beni?
Evet,
Üzdü de,
Ayağa kalkmasını bildik elbet.
Yükselmek bu olsa gerek,
Yanında insan barındıramıyorsun,
Kendimle arkadaş olmaya alışmam gerek,
Zorlu yol yeni başlıyor benim için,
Sonu gelmez bu yolun elbet.
Hayatta tecrübe maliyeti diye bir şey vardır ve bazı tecrübeler diğerlerinden daha pahalıya mal olur, bu niye oldu neden benim başıma geldi diye dövünüp ağlayamazsın, göze almış olmasan da hesaba katacaksın.
Bir zaaf akşamında ben kalbimi bir engerek düğümüne benzettim. Hayır, hayır: Engerekler düğümü benim haricimde; onlar benden çıktılar ve bu gece birbirlerine zincirlenerek kapının önünde o meş’um halkayı çevirdiler. Toprak hâlâ onların izlerini taşıyor.
Sen benim elimde yanmakta iken benim için bu kadar kıymetli, sevgili olduğunu, seni bu kadar sevdiğimi bileydim belki bu olanlar olmazdı. Fakat insan elinde olan nimetin kadrini bilemiyor.